28 ŞUBAT DÖNEMİNİN SİYASİ GERÇEKLERİ VE MAHKEMENİN GERÇEĞİ KARARTAN SİYASİ DEĞERLENDİRMESİ
Gerekçeli kararında mahkeme; Refah-Yol hükumet protokolünün 1 yıla indirilmesi ve başbakanlığın devri, DYP-RP 1 Haziran 1997 tarihli basın açıklaması, 1 Haziran 1997 Cumhurbaşkanlığı basın açıklaması, 18 Haziran 1997 Refah-Yol hükumetinin / Başbakan Erbakan’ın Cumhurbaşkanı Demirel’e istifa dilekçesini ve ek mektubu sunması, Cumhurbaşkanının Başbakanlık görevini Mesut Yılmaz’a vermesi, Mesut Yılmaz’a Başbakanlık görevinin tevcihinden sonra 21 Haziran 1997 tarihinde üç parti liderinin (RP-DYP-BBP) basın toplantısı, Mesut Yılmaz Hükumetine güvenoyu vermeyecek milletvekili listesi ve Refah-Yol hükumetinin TBMM’nin çoğunluğunu temsil ettiği konularında TARİHİ GERÇEKLERİ GİZLEYİP, ÇARPITARAK, OLMAYAN HUSUSLARI OLMUŞ GİBİ MONTE EDEREK, GERÇEK DIŞI SİYASİ DEĞERLENDİRMELER VE VARSAYIMLARLA KARARINA HUKUK DIŞI DAYANAK YARATMIŞTIR. Bu maddenin diğer başlıkları altında detayları ve belgesiyle açıklanan bütün bu hususlar, aşağıda ana hatlarıyla maddelenmiştir;
Gerekçeli kararda mahkeme;
- 1 HAZİRAN 1997 tarihinde Başbakan Erbakan ve Çiller’in yaptığı basın açıklamasında; Hükumet Protokolünün değiştiği, 1997 yılında yapılmak üzere erken seçim kararının alındığı, Başbakanlığın T.Çiller’e devri konusunda anlaşıldığı, ilan edilmiştir. Mahkeme bu basın açıklamasını gizlemiş, 2 yıllık protokolün varlığını iddia etmiştir.
- 1 Haziran 1997 tarihli basın açıklaması sonrasında, kararlarını bildirmek üzere Cumhurbaşkanı ile görüşen Çillerin çıkışta basına verdiği Cumhurbaşkanının ifadelerini çarpıtan demecini ve bu görüşmeyi gizlemiştir.
- 1 Haziran 1997 tarihli Cumhurbaşkanı – Çiller görüşmesinden hemen sonra Cumhurbaşkanlığının Çiller’i yalanlayan; Anayasada Başbakanlığın devri tanımının ve işleminin mevcut olmadığı, başbakanlık münhal olduğunda anayasa ve geleneklere göre davranılacağı, seçimin TBMM’ye ait bir karar olduğu yazılı basın açıklamasını gizlemiştir.
- 18 Haziran 1997 tarihinde Erbakan’ın istifa mektubu ile birlikte, Çiller Başbakanlığında kurulacak hükumete güvenoyu verecek milletvekili listesini sunduğunu iddia etmektedir. 18 Haziran 1997 de Erbakan tarafından böyle bir liste Cumhurbaşkanlığına sunulmamıştır.
- 18 Haziran 1997 istifa tarihinde Cumhurbaşkanına sunulan ikinci mektup üç parti liderinin (RP-DYP-BBP) imzaları bulunan; Türkiye’yi seçime götürecek olan 55’nci Hükumeti DYP Gn.Bşk. Prof. Dr. Sayın Tansu Çiller’in başkanlığında kurmak için anlaştığını bildiren kısa bir mektuptur. Bu mektup, milletvekili listesi olarak çarpıtılmıştır.
- 18 Haziran istifa tarihinde, CB’na sunulan 2.kısa mektupta imzaları olan ve Çiller Başbakanlığında hükumet kurmak üzere anlaştığını ifade eden üç partinin (RP-DYP-BBP), TBMM’nin çoğunluğunu temsil ettiği iddia edilmiştir. Bu iddia siyaseten ve hukuken doğru olmadığı gibi, milletvekili sayısı olarakta doğru değildir. Bu gerçek gizlenmiş, karartılmıştır.
- 18 Haziran 1997 tarihinde Cumhurbaşkanına sunulduğu iddia edilen milletvekili imzalı listeler, 21 Haziran 1997 tarihinde, Cumhurbaşkanının Başbakanlık görevini Mesut Yılmaz’a vermesinden sonra üç parti liderinin (RP-DYP-BBP) yaptığı basın açıklamasından ardından Cumhurbaşkanına iletilmiştir. Bu gerçek karartılmış, bu listenin 18 Haziran 1997 tarihinde Cumhurbaşkanına verildiği iddia edilmiştir.
- 21 Haziran 1997 tarihinde Cumhurbaşkanına verilen liste; Çiller Başbakanlığında kurulacak hükumete güven oyu verecek milletvekili listesi değil, Mesut Yılmaz Hükumetine güven oyu vermeyecek milletvekili listesidir. Bu iki durum hem hukuken hem siyaseten farklıdır. Bu husus gizlenmiş, çarpıtılmıştır.
- Hükumetin istifa tarihi olan 18 Haziran 1997 öncesinde Tansu Çiller’in Başbakan Erbakan’a “Başbakanlığın devri” ve “erken seçim” konusunda baskı yaptığı, DTP milletvekillerin RP den rahatsız oldukları, Çiller’in erken seçime Başbakan olarak girme isteği ile uyguladığı siyasi manevralar ve bu tarih öncesinde hükumetin istifa gerekçesini oluşturan siyasi olaylar, basın açıklamaları, kararlar ve milletvekillerinin tepkileri gizlenmiştir.
Mahkeme gerekçeli kararında, yukarıda yer alan tarihi ve siyasi gerçeklere açıklık getiren, mahkemenin iddialarını çürüten, hatta tarihe gömen, sanıkların yeni delil olarak sunduğu, ancak mahkemenin tartışma ve mahkemede barko ile gösterim talebini reddettiği 21 Haziran 1997 tarihli RP-DYP-BBP Genel Başkanları N.Erbakan, T.Çiller ve M.Yazıcıoğlu basın toplantısına atıfla; kendi siyasi değerlendirmesini de unutarak, bu basın toplantısının yeni delil niteliğinde bulunmadığı 54. Cumhuriyet hükumetinin istifa ettirildiği gerçeğini değiştirmeyeceğini değerlendirmiş ve tarihi gerçekleri reddetmiştir. 21 Haziran 1997 tarihli basın toplantısı ve 18 Haziran 1997 tarihine gelinceye kadar yaşanan siyasi gerçekler hiç şüphesiz Refah-Yol Hükumetinin istifa ettiği gerçeğini değiştirmeyecektir. ANCAK MAHKEMENİN GİZLEDİĞİ BU SİYASİ VE TARİHİ GERÇEKLER, MAHKEMENİN İDDİA ETTİĞİ VE KARARINA DAYANAK ALDIĞI REFAH-YOL HÜKUMETİNİN İSTİFA GEREKÇESİNİ DEĞİŞTİRECEKTİR. MAHKEMENİN BU İDDİASI DAHİ ÖNERME MANTIĞINDAN VE HUKUKTAN YOKSUNDUR.
Refah-Yol hükumetinin istifa gerekçesini oluşturan, mahkemenin gizlediği siyasi ve tarihi gerçekler aşağıda açıklanmıştır;
1. MAHKEMENİN GİZLEDİĞİ, REFAH-YOL HÜKUMETİNİN İSTİFA GEREKÇESİNİ OLUŞTURAN 18 HAZİRAN 1997 ÖNCESİ SİYASİ OLAYLAR VE GERÇEKLER;
Mahkeme REFAH-YOL Hükumetinin istifa gerekçesini TSK’nın sözde baskısına bağlamak üzere, istifa öncesinde yaşanan siyasi olayları, basın açıklamalarını, DYP milletvekilleri ve tabanının Refah Partisinin uygulama ve söylemlerinden duydukları siyasi rahatsızlığı, anlaşmaları, gizlemiş yok saymıştır. Ancak, akıl yürüterek (!) yaptığı siyasi değerlendirmeler ile mahkeme, istifanın siyasi olmadığını gerekçelendirmeye çalışmış, buna dayanak olarak, 1996 yılında Refah-Yol hükumetinin kurulma aşamasında düzenlenen ve iki yıl sonra başbakanlığın devrini öngören protokolün varlığını ileri sürmüştür. Bu iddiasını desteklemek üzere, 1 Haziran 1997 kararları, basın açıklaması, Cumhurbaşkanlığı açıklaması ve 21 Haziran 1997 tarihli Refah-Yol basın açıklaması gibi, kendi iddiasını çürütecek delilleri dosyadan kaçırmıştır. 18 Haziran 1997 tarihi öncesinde gelişen siyasi ve tarihi gerçekler belgesiyle aşağıdadır;
A. REFAH – YOL Hükümetin istifasından önce “ERKEN SEÇİM” ve “BAŞBAKANLIĞIN DEVRİ” konusunda Erbakan ve Çiller’in anlaşması;
“Mayıs 1997 sonuna gelindiğinde Hükumetin küçük ortağı Doğruyol Partisinden istifalar nedeniyle REFAHYOL Hükumeti, TBMM’sinde çoğunluğu kaybetmiştir. Bir gensoru ile hükumetin düşürülmesi an meselesi haline gelmiştir. TBMM’sinde 8 üyesi olan Büyük Birlik Partisi (BBP) lideri Muhsin Yazıcıoğlu’ndan erken seçim vaadi ile T. Çiller başkanlığında kurulacak hükumeti destekleme sözü alınmıştır.”
31 Mayıs 1997 tarihinde yapılan yeni koalisyon protokolü ile Haziran’ın ortasında Erbakan’ın istifa ederek Başbakanlık görevini T. Çiller’e devretmesi öngörülmüştür.
Ancak mahkeme, yapılan bu yeni protokolü gizlemeye kalkmıştır. Mahkeme gerekçeli kararın 3292 sayfasında;
“ 3. Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 03.12.2013 tarihli 41. nolu celsede 54. hükumetin görevden ayrılmasından önce RP ve DYP arasında imzalandığı belirtilen 31 Mayıs 1997 tarihli protokolün TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliğinden istenmesine karar verilmiş, 20.01.2014 tarihli 59. nolu celsede TBMM Kütüphane ve Arşiv Hizmetleri Başkanlığının cevabi yazısında 54. Hükumeti oluşturan partiler arasında imzalandığı belirtilen 31.05.1997 tarihli protokolün yapılan araştırmada bulunamadığının bildirilmiştir. Böyle bir protokol bulunamadığından 30 Mayıs 1997 günü bir araya gelen koalisyon toplantısında görev değişikliği için bir protokol hazırlanması için bir karar almışlar 1 gün sonra yani 31 Mayıs 1997 de hükumet değişikliği için protokol imzalanmıştır. Esasen hükumet bu protokolü imzalamakla hükumet değişikliğini kabul etmiş bulunmaktadır dolayısıyla BÇG ile hükumet değişikliğinin uzaktan ve yakından ilgisi bulunmamaktadır. BÇG’nin bu tarihte henüz hiçbir faaliyeti olmadığına göre hükumetin istifası ile BÇG arasında ilişki kurulması tamamen art niyetli soyut bir değerlendirmedir şeklindeki savunmaya itibar edilmemiştir. Diyerek
Milletin gözü önünde gelişen tarihi ve siyasi gerçekleri, yok sayma yoluna gitmiştir. Esasen, 31 Mayıs 1997 tarihinde, iki siyasi parti (RP-DYP) arasında yapılmış yazılı ya da sözlü bir protokol / akit / karar / ya da sözleşme, adına her ne denirse densin, PARTİLER DEKLARE ETMEDİĞİ SÜRECE TBMM Başkanlığı Genel Sekreterliğinde bulunması zaten beklenemez. SİYASİ PARTİLERİN KENDİ ARALARINDA VARDIKLARI UZLAŞMALARA AİT (YAZILI YA DA SÖZLÜ) BELGE YA DA TAAHHÜTLERİ TBMM BŞK.’LIĞI GENEL SEKRETERLİĞİNE BİLDİRME YÜKÜMLÜLÜĞÜ HİÇ ŞÜPHESİZ Kİ YOKTUR. Bu belge ya da taahhüdü belgelendirmenin tek adresi TBMM Bşk.’lığı Genel Sekreterliği değildir. Mahkeme, uydurma tanıkların, kendisinden başka şahidi bulunmayan sözde ifadelerini kararına esas alırken, delil toplama görevini FETÖ amaçları uğruna yerine getirmeyen FETÖ zanlısı Bilgili’nin yerine, yeni delil olarak mahkeme heyetine verdiğimiz, 21 Haziran 1997 N.Erbakan-T.Çiller-M.Yazıcıoğlu basın açıklamasını yok saymaya kalkmıştır. Bu basın açıklamasında, bu protokol N.Erbakan tarafından ziyadesiyle anlatılmaktadır. Kaldı ki, bu basın açıklaması TBMM içindeki mekanda yapıldığından TRT arşivinde de bulunmaktadır. Mahkemenin bu değerlendirmesinin ne hukuki ne tarihi bir değeri yoktur. Mahkemenin, ileri sürdüğü iddiaları kökünden çürüteceğinden korkarak, siyasi saikle yaptığı çaresiz bir değerlendirmedir. Mahkemenin yok diyerek itibar etmediği bu protokol, aşağıda açıklandığı gibi 1 Haziran 1997 tarihinde basın açıklaması ile ilan edilmiştir.
B. 1 Haziran 1997 Başbakan N.Erbakan ve T.Çiller Basın Açıklaması;
31 Mayıs 1997 tarihinde yapılan yeni koalisyon protokolü doğrultusunda Çiller ve Erbakan 1 Haziran 1997 günü ortak bir basın açıklaması yaparak; 1997 yılı içinde erken seçim yapılması, Siyasi Partiler kanunu ile Seçim kanununu değiştirerek partilerin ittifak yapmasının sağlanması ve Başbakanlığın devri konusunda anlaştıklarını açıklamıştır. 2 Haziran 1997 tarihli Milliyet Gazetesine yansıyan haber aşağıdadır;
2 Haziran 1997 basın haberinin, mahkemenin iddiasını çürüten dikkat çeken hususları aşağıdadır;
- “Erbakan ve Ortağı DYP lideri Çiller, erken genel seçim için uzlaşırken, koalisyon içinde başbakanlığın el değiştirmesinde de anlaştıklarını vurguladı”
- “Erbakan başkanlığında bir araya gelen RP Başkanlık Divanı, erken seçim ve Çiller’in başbakanlığın devri sürecini görüştü. Demirel’in hükumeti kurma yetkisini muhalefet liderlerine verme olasılığını gündeme getiren RP kurmayları, Erbakan’ın bu konuda Çiller’i uyarması,(…) BBP’ye iki bakanlık verilmesi konusunda uzlaşma sağlandı”
- “Necmettin Erbakan, muhalefetin kaçtığını savunduğu seçim için “hodri meydan” derken seçimin bir referandum niteliği taşıyacağını söyledi”
- Erbakan, Demirel’in yapacağı görevlendirme konusunda ise; “Sayın Cumhurbaşkanı Meclisin tabi olduğu çoğunluğu dikkate alacaktır dedi. Çiller de bu ay sonundan önce Anayasal çerçevede başbakanlığın devri yapılacaktır (..) dedi”
2 Haziran 1997 tarihli basın açıklamasından; başbakanlığın devrinin, İki partinin kurullarında görüşülüp karara bağlandığı, erken seçim için uzlaşıldığı, başbakanlığın kaybedilmemesi için çeşitli siyasi argümanlar dahi geliştirildiği anlaşılmaktadır. Yani, başbakanlığın Çiller’e devri için anlaşan ve bunu kaybetmemek için siyasi çözüm üreten bir hükumet olduğu görülmektedir. Bu siyasi hal tarzı içinde bulunan bir hükumetin, mahkemenin iddia ettiği gibi, 18 Haziran 1997’de protokol ve uzlaşma gereği değil CEBİR VE ŞİDDETLE istifa ettiğini ileri sürmek, en hafif tabiriyle tarihi ve siyasi gerçekleri okuyamamaktır. Türk hukukunu resen uygulamakla yükümlü mahkeme bu gerçeği gizlemiş, tartışmamıştır.
C. 1 Haziran 1997 Başbakan N.Erbakan-T.Çiller Basın Açıklaması sonrası Cumhurbaşkanı Demirel-Çiller görüşmesi ve Cumhurbaşkanlığının yazılı basın bildiri;
1 Haziran 1997 N.Erbakan-T.Çiller Basın açıklamasından sonra, Çiller Cumhurbaşkanına kararı iletmek ve görüşlerini almak üzere saat 18’de Çankaya Köşküne çıkıyor ve çıkışta yaptığı basın açıklamasında; “Sayın Cumhurbaşkanımız bana Anayasa ve yasalara bağlı kalacağını teyit etmiştir. Hükumet devir-teslimi bu ay içinde gerçekleşecektir” açıklamasını yapıyor. Çiller, kendi Başbakanlığında kurulacak bir hükumetin Cumhurbaşkanı tarafından onaylandığı, Erbakan’ın “HAVADA İKMAL” olarak tanımlayacağı başbakanlığın devrinin kabul edildiği izlenimi yaratan Çillerin bu açıklaması, 10 dakika sonra Cumhurbaşkanlığınca yapılan basın bildirisi ile yalanlanmıştır. 2 Haziran 1997 tarihli Milliyet Gazetesine yansıyan haber aşağıdadır;
Çiller’in bu basın açıklamasından 10 dakika sonra gazete ve TV’lerin Ankara bürolarına gönderilen ve manşetlere yansıyan Cumhurbaşkanlığının yazılı açıklamasında;
“Sayın Cumhurbaşkanı sayın Tansu Çiller’e Türkiye Cumhuriyeti Anayasasında başbakanlığın devri tanımının, kavramının ve işleminin mevcut olmadığını, halen hükumet mevcut olduğuna göre yeni bir hükumetin nasıl kurulabileceği tartışmalarına girmeyeceğini, bunun bir siyasi husus olduğunu, başbakanlık münhal hale gelince gereğinin Anayasa ve demokratik geleneklere uyularak tespit edileceğini, ve ona göre hareket edileceğini, seçimin TBMM’ye ait bir karar olduğunusöylemişlerdir” dediği anlaşılıyor.
2 Haziran 1997 basın haberinin, mahkemenin iddiasını çürüten dikkat çeken hususları aşağıdadır;
“ Toplantının ardından Çankaya Köşküne çıkan Çiller, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanının görevi en çok hükümet kuran kişi olduğu için kendisine verebileceğini ima etti, Ancak Köşk bu açıklamayı anında tekzip etti”
“ Erbakan “Hodri Meydan” dediği seçimi referandum olarak niteledi; “Biz seçim istiyoruz, Muhalefet kaçıyor”
“ Çiller seçim tarihi konusunda ise, “Yetkili kurullarımız karar verecektir. Son söz Meclis’indir. Ama bu ay içinde de devir teslim olacaktır” diye konuştu”
Bütün bu siyasi gelişmelerden açıkça anlaşılan, Çiller’in her türlü siyasi manevra ile, Erbakan’ı ikna ederek hatta koalisyondan çekilmekle tehdit ederek kendi başbakanlığında bir erken seçime gitmek ve Refah Partisini hezimete uğratmaya çalıştığıdır. Siyasi ve tarihi gerçekler, mahkemenin iddiasının aksine, sözde cebir ve şiddetle istifa etmek zorunda kalan bir hükumet yerine, siyasi geleceklerini pekiştirmeye, muhalefet partilerini hezimete uğratmaya, koalisyon hükumetinde bulunan başbakanlığı diğer partilere “havada ikmal” yaparak kaptırmamaya çalışan, erken seçim ve başbakanlığın devri kararıyla muhalefete meydan okuyan ve bu amaçla her türlü siyasi manevra ve planlar yapan iki parti ve bir koalisyon hükumetinin varlığıdır. Bu gerçeklerden de anlaşılacağı gibi, TSK bu siyasi manevra ve hesapların dışındadır.
Cebir ve Şiddetin unsuru olarak gösterilen ve Erbakan’ın istifasına sebep olduğu ileri sürülen Gnkur Başkanlığında yapılan 10-11 Haziran 1997 tarihli brifinglerinde, başbakanlığın devri ve erken seçim kararı ile hiçbir şekilde ilişkili olmadığı, 1 Haziran 1997 tarihinde, henüz brifingler gerçekleşmeden çok önce Başbakanlığın devri ve erken seçim kararının alındığı siyasi ve tarihi gerçektir. İddia bu yönüyle de çökmüştür.
28 ŞUBAT SÜRECİNİ SÖZDE POST-MODERN DARBE OLARAK TANIMLAYAN İDDİANIN AKSİNE, HUKUK VE GERÇEK TANIMAZLIĞI İLE BU DAVANIN BİZZAT KENDİSİ “POST MODERN DAVA”DIR.
D. BAŞBAKAN ERBAKAN’I 18 HAZİRAN 1997 TARİHİNDE İSTİFAYA ZORLAYAN, SİYASİ İKBAL HIRSI İLE BAŞABAKANLIĞI İSTEYEN, KOŞULSUZ DEVRETMEDİĞİ TAKDİRDE KOALİSYONDAN ÇEKİLECEĞİNİ AÇIKLAYAN TANSU ÇiLLER’DİR.
Gerçekte Başbakan Erbakan’ı istifaya zorlayan Başbakan yardımcısı ve Dışişleri Bakanı Tansu Çiller’dir. Tansu Çiller ve kurmayları Doğruyol Partisindeki huzursuzlukları gidermenin, partiden daha fazla istifaları önlemenin çaresi olarak, koalisyon protokolünde ‘Hükumet Başkanlığı’ görevinin değişim süresinin iki yıldan bir yıla indirilmesinde görmüşlerdir. Dönemin DYP Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Tanık Hasan Ekinci mahkemedeki beyanlarında bu konuda Erbakan’ın nasıl ikna edildiğini ayrıntısı ile açıklamıştır. Hasan Ekinci’nin Mahkemedeki beyanları Şevket Kazan’ın kitaplarında vurguladığı hususlarla da aynen örtüşmektedir:
Dönemin Başbakan Yardımcısı ve DYP Genel Başkanı Tansu Çiller, yukarıda açıkladığımız gibi, 31 Mayıs 1997 tarihinde yapılan yeni koalisyon protokolü ile Haziran’ın ortasında Erbakan’ın istifa ederek Başbakanlık görevinin kendisine devredilmesi ve erken seçim kararı alınmasını sağlamıştır. Bu kararlar 1 Haziran 1997 de hem basına hem de Cumhurbaşkanına açıklanmıştır. Tansu Çiller’in bu siyasi gelişmeler ile basını da kullanarak Erbakan’ı istifaya zorladığı açıktır.
Çiller’in siyasi ikbal ve hırsı için, Başbakanlığı Erbakan’dan koşulsuz almak ve Refah Partisini sandıkta ezmek üzere, MGK kararlarına tam destek verdiğini de açıklayıp, siyasi manevralar planlayarak, koalisyondan çekilme tehdidi ile, 31 Aralık 1997 yeni koalisyon protokolü ve 1 Haziran 1997 tarihinde açıklanan “başbakanlığın devri” ve “erken seçim” kararlarına rağmen, Erbakan’ı ısrarla istifaya zorladığı, DYP milletvekillerinin de büyük bir çoğunlukla koalisyonun devamını istemedikleri açıkça anlaşılmaktadır. Çillerin, Erbakan’ın istifasından elde etmeyi beklediği siyasi kazanımın; seçime Başbakan olarak girerek durum üstünlüğünü elde etmek, sonuçta, Refah Partisini sandıkta ezerek, erken seçimde tek başına ya da büyük ortak olarak koalisyonda Başbakanlığını garantilemek olduğu görülmektedir. Ancak, iddianamede ve gerekçeli kararda, TSK’nın niyet ve maksadını yansıtmayan her türlü manipüle gazete haberlerine yer verilmesine rağmen, manipüle haberlerle aynı sayfada bulunan aşağıda yer alan haberden hiç söz edilmemiş, bu siyasi maksat ve talep gizlenmiş, Çiller’in siyasi manevraları TSK ya monte edilmeye çalışılmıştır.
4 Mart 1997 tarihli Milliyet Gazetesi Haberi;
12 Haziran 1997 tarihli Milliyet Gazetesi Haberinde;
“ÇİLLER’DEN BAŞBAKAN’A YA 18 HAZİRANA KADAR BAŞBAKANLIĞI DEVRET YA DA ÇEKİLİYORUZ.”
“DYP Grubunda Refah-Yol un devamı konusunda milletvekillerinin büyük tepkisiyle karşılaşan Çiller “YAPMAK İSTEDİĞİMİZ REFAH PARTİSİNİ SANDIKTA GÖMMEK” Diyerek Erbakan’a “BAŞBAKANLIĞIN KOŞULSUZ DEVRİ” ni isteyen bir mesaj gönderdi.”
E. 18 HAZİRAN 1997 BAŞBAKAN ERBAKAN’IN İSTİFASI ;
Tansu Çiller, RP ve BBP ile koalisyona güven oyu vermeyeceğini açıktan söyleyen, bu tavrını 18 Haziran 1997 tarihinden sonrada da fiilen gösteren milletvekillerinin varlığına rağmen, DYP üyesi 112 milletvekilinin iradesine ipotek koyarak, onlar adına karar verip, Erbakan’ın Cumhurbaşkanına sunduğu 2.mektubu imzalamıştır. Başbakan Erbakan, 1 Haziran 1997 kararları ile ilan edilen yeni protokol, başbakanlığın devri ve erken seçim kararlarını aldığı Çiller’e güvenerek 18 Haziran 1997 günü istifasını Cumhurbaşkanına sunmuştur. Cumhurbaşkanı Demirel, istifayı kabulden önce “Niye istifa ediyorsun, seni istifaya zorlayan mı var?” diye sorması üzerine Erbakan, “Hayır yok, ülkede sıkıntı var” yanıtını vermiştir.
Erbakan’ın Cumhurbaşkanına sunduğu ve iki parti arasındaki taahhüde (protokole) uymak üzere hazırladığı istifa mektubunda;
“Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi arasındaki Koalisyon Protokolü’ne uygun olarak, bu bir yıllık süreden sonra başbakanlığın Doğru Yol Partisi’ne geçebilmesi için, yapmış olduğumuz taahhüde ve iki parti arasındaki mutabakata uymak üzere başbakanlık görevinden istifa ediyorum” demektedir.
İstifayı kabul eden cumhurbaşkanı yeni hükumet kuruluncaya kadar göreve devam etmesini istemiştir.
Şu ana kadar açıkladığımız siyasi gelişmeler ve gerçeklerle birlikte, mahkemeye CD içinde yeni delil olarak sunduğumuz, ancak mahkemenin daha önceden dosyaya koymayıp gizlediği, tartışmadan kaçırdığı, basın açıklamasında ifade edilen istifa mektubunun içeriğinden de; Hükumetin istifasının, Refah Partisi ve Doğru Yol Partisi arasındaki Koalisyon Protokolü’ne uygun olarak, bir yıllık süreden sonra başbakanlığın Doğru Yol Partisi’ne geçebilmesi için istifa ettiği hiçbir şüpheye yer vermeyecek şekilde anlaşılmaktadır. Bu açık tarihi ve siyasi gerçek mahkemenin bu yöndeki iddiasını, diğer siyasi gelişmeler ve delillerle birlikte bir bütün olarak çürütmektedir.
F. 18 HAZİRAN 1997 BAŞBAKAN ERBAKAN’IN İSTİFASI SIRASINDA CUMHURBAŞKANINA SUNDUĞU 2.MEKTUP
Başbakan Erbakan’ın istifa mektubu ile birlikte Cumhurbaşkanına sunduğu 2. mektupta ;
“Aşağıda imzaları olan siyasi parti genel başkanları olarak, Türkiye’yi seçime götürecek olan 55’nci Hükümeti DYP Gn.Bşk. Prof. Dr. Sayın Tansu Çiller’in başkanlığında kurmak için anlaştığımızı kamuoyuna duyururuz.”
Prof.Dr. N.Erbakan, RP Gn.Bşk.,
Prof.Dr. T.Çiller, DYP Gn.Bşk.
Muhsin YAZICIOĞLU, BBP Gn Bşk.
İfadelerinin yer aldığı, mahkemeye CD içinde yeni delil olarak sunduğumuz 21 Haziran 1997 tarihli basın toplantısı görüntü kaydında bulunmaktadır.
Mahkeme gerekçeli kararında (G.K. s.3490) “54. Hükümetin başbakanın istifa dilekçesi ile birlikte Tansu Çiller başkanlığında kurulacak hükümete güvenoyu verecek milletvekillerinin imzalarını taşıyan belgeyi eklemesinin yeni durum karşısında milletin oylarını alıp yönetime talip olan partilerin siyasi tutumları niteliğinde olup suçun tamamlanmasına etkisinin bulunmadığı kabul edilmiştir.” Demektedir.
MAHKEMENİN KARARINA DAYANAK ALDIĞI BU TESPİTİNDE İKİ ÖNEMLİ TARİHİ HATA VARDIR;
Birincisi; Başbakan Erbakan istifa mektubu ile birlikte 18 Haziran 1997 tarihinde milletvekili listesi sunmamıştır. Yukarıda açıklandığı gibi, Cumhurbaşkanına sunduğu 2.mektup üç parti liderinin imzasını taşıyan ve anlaştıklarını bildiren mektuptur.
İkincisi; RP-DYP-BBP Genel Başkanlarının 21 Haziran 1997 tarihinde yaptıkları basın toplantısından sonra, Cumhurbaşkanına ilettiklerini söyledikleri liste; Tansu Çiller başkanlığında kurulacak hükumete güvenoyu verecek milletvekillerinin imzalarını taşıyan belge değil, MESUT YILMAZ HÜKUMETİNE GÜVEN OYU VERMEYECEK milletvekillerinin imzalarını taşıyan belgedir. Bu iki durum hem siyaseten hem de hukuken farklıdır.
Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy’un, 21 Haziran 1997 tarihli basın açıklaması görüntülerini içeren CD’nin barko cihazı ile mahkemede gösterilip tartışılması taleplerini reddederek “SANIKLARA İLİŞKİN KARARIN SALONDA BULUNAN İZLEYİCİLERİN DEĞİL KENDİLERİNİN VERECEĞİNİ, CD’Yİ DOSYAYA KOYMAMIZIN YETERLİ OLDUĞUNU” ifade etmesine rağmen, CD’NİN DOSYAYA KONULMASININ YETERLİ OLMADIĞI, MAHKEMENİN CD’Yİ İNCELEMEDİĞİ ANLAŞILMAKTADIR. MAHKEME HEYETİ YANLIŞ TESPİTLE DOĞRU KARAR VERDİĞİNİ İLERİ SÜREMEZ.
Mahkemenin 18 Haziran 1997 istifa tarihi itibariyle gerçek dışı diğer tespitleri ise;
“matematiksel olarak o tarihte mecliste bulunan diğer partilerin milletvekili sayısı itibariyle hükumet kurma ihtimallerinin olmadığı” “mecliste çoğunluğu sağlayan ve daha önce güvenoyu almış DYP ve RP’nin “şeklindeki değerlendirmesi ile mevcut siyasi ve tarihi gerçekliği çarpıtmıştır. Bu husus aşağıda yer alan diğer başlıklarda detaylarıyla açıklanmış olmakla birlikte, Başbakan Erbakan’ın sunduğu ikinci mektup üzerinden bu tespitin gerçek dışılığını kısaca izah etmekte yarar vardır;
Cumhurbaşkanına sunulan 2. mektupta imzaları bulunan RP, DYP ve BBP Genel Başkanları, mektup içeriğinde TBMM’nin çoğunluğunu temsil ettiklerinden söz etmedikleri gibi, bu üç genel başkan, Anayasa gereği partilerinde bulunan milletvekillerinin mutlak iradesini temsil edemez. Mahkemenin bu iddiası siyaseten yanlış olduğu kadar, matematiksel olarakta yanlıştır. Bu üç Partinin 18 Haziran 1997 itibariyle milletvekili sayıları; RP: 155, DYP:112 ve BBP:8 milletvekili olmak üzere toplam 275 dir. Bu durum TBMM salt çoğunluğunu sağlıyor gibi gözükse de; O tarihte DYP milletvekili olan ve 112 millet vekili içinde sayılan; DYP Milletvekili Haluk Müftüler Çiller Başkanlığında RP ile kurulacak Hükümete güven oyu vermeyeceğini, istifa ile birlikte aynı gün açıklamıştır. Ayrıca ismini saydığı 7 DYP milletvekilinin de güven oyu vermeyeceğini ifade ediyor. Sadece bu durum bile, bu üç partinin Meclis çoğunluğunu temsil etmediğini açıklamaktadır. 19 Haziran 1997 tarihli Milliyet Gazetesi haberi aşağıdadır;
Bu durumun dışında;
23 Haziran 1997 tarihinde : Denizli Milletvekili Haluk Müftüler
25 Haziran.izmir Milletvekili Hasan Denizkurdu
26 Haziran: İzmir Milletvekili Işılay Saygın
26 Haziran İstanbul Milletvekili Cefi Jozef Kamhi,
26 Haziran Manisa Milletvekili Ayseli Göksoy
26 Haziran izmir Milletvekili Mehmet Köstepen
27 Haziran 1997 : Afyon Milletvekili Kubilay Uygun,
27 Haziran 1997 : Erzurum Milletvekili İsmail Köse,
27 Haziran1997 : Muş Milletvekili Erkan Kemaloğlu,
27 Haziran1997 : İstanbul Milletvekili Tekin Enerem
28 Haziran 1997 : Hatay Milletvekili Ali Uyar
28 Haziran 1997 : İzmir Milletvekili Turan Arınç
29 Haziran 1997 : Edirne Milletvekili Evren Bulut
29 Haziran 1997 :Konya Milletvekili Ali Günaydın
30 Haziran 1997 :Afyon Milletvekili Nuri Yabuz
30 Haziran 1997 : istanbul Milletvekili Bahattin Yücel
3 Temmuz 1997 : Samsun Milletvekili Cemal Alişan
9 Temmuz 1997 : Tekirdağ Milletvekili Hasan Peker
11 Temmuz 1997 : Eskişehir Milletvekili Demir Berberoğlu
11 Temmuz 1997 : Kırşehir Milletvekili Ömer Demir
12 Temmuz 1997 : Afyon Milletvekili Yaman Törüner .
14 Temmuz 1997 : Kilis Milletvekili Doğan Güreş,
14 Temmuz 1997 : Van Milletvekili Mahmut Yılbaş,
14 Temmuz 1997 :Hakkari Milletvekili Mustafa Zeydan
18 Temmuz 1997 :izmir Milletvekili Ufuk Söylemez
23 Temmuz 1997: istanbul MilletvekiliSedat Aloğlu
12 Ağustos 1997 :Mardin Milletvekili Muzaffer Arıkan
DYP’DEN İSTİFA ETMİŞTİR.
23 Temmuz 1997: İstanbul Milletvekili Gürcan Dağdaş RP’den,
24 Temmuz 1997: İstanbul Milletvekili Metin Işık RP’den
İSTİFA ETMİŞTİR.
Yukarıda açıklanan durumu teyit eden Merhum Cumhurbaşkanı Demirel, TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonundaki beyanları ile açıklık kazandırmıştır. 18-21 Haziran 1997 tarihleri arasında Mesut Yılmaz’a güven oyu vermeyecek milletvekilleri” imzalı listenin hazırlandığı sıralarda, Demirel’in kendi ifadesiyle, “söz konusu imzalı listede isimleri bulunan birçok milletvekillerinin bir bölümünün doğrudan, bir bölümünün da telefonla kendisini arayarak, attıkları imzaların ‘Hatır İmzası’ olduğunu belirtmişlerdir.” Bunun üzerine, TBMM’den güven oyu alacağını tespit ettiği Sayın Mesut Yılmaz’a yeni Hükumeti kurma görevini vermiştir.
Mahkemenin gerekçeli kararında, “mecliste çoğunluğu sağlayan” olarak tanımladığı koalisyon hükümetinin, gerçekte TBMM’de milli iradenin çoğunluğunu temsil etmediği, siyasi gelişmeler karşısında ve mutabakata uyarak istifa ettiği, Cumhurbaşkanının TBMM de güven oyu alarak çoğunlu sağladığı fiilen ortaya çıkan Mesut Yılmaz’a Başbakanlık görevini vermesinin demokrasinin gereği olduğu, mahkemenin gizlemeye çalıştığı tarihi gerçekliğe rağmen anlaşılmaktadır. Bütün bu siyasi hareketlerden TSK’nın sorumlu olmadığı, bu konuda tek bir belge bulunmadığı da görülmektedir.
G. MAHKEME 21 HAZİRAN 1997 TARİHLİ RP-DYP-BBP BASIN AÇIKLAMASINI GİZLEMİŞ, YENİ DELİL OLARAK SUNULMASINA RAĞMEN TARTIŞILMASINI SAĞLAMAMIŞTIR;
Sanıklar; Erbakan’ın istifa gerekçesi ve Cumhurbaşkanına sunduğu 18 HAZİRAN TARİHLİ İSTİFA MEKTUBU İLE 2. EK MEKTUBUN İÇERİĞİNİ, Erbakan’ın “HAVADAN İKMAL” olarak tanımladığı Başbakanlığın devri, erken seçim kararları ve milletvekili listeleri gibi pek çok hususu içeren RP-DYP-BBP Genel başkanları N.Erbakan, T.Çiller ve M.Yazıcıoğlu’nun kameralar önünde 21 Haziran 1997 tarihinde yaptığı basın açıklamasının yer aldığı dönemin görüntülü haber kaydını mahkemeye sunmuş ve hazırlanacak barko cihazı ile gösterilmesini ve dosyadan gizlenen BU YENİ DELİLİN TARTIŞILMASINI mahkemeden talep etmiştir.
Ancak talep Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy tarafından reddedilmiştir. Gerekçe olarak “SANIKLARA İLİŞKİN KARARIN SALONDA BULUNAN İZLEYİCİLERİN DEĞİL KENDİLERİNİN VERECEĞİNİ, CD’Yİ DOSYAYA KOYMAMIZIN YETERLİ OLDUĞUNU” belirtmiştir.
Mahkemenin tartışılmasını ve barko ile gösterim talebini reddettiği, yukarıda sayılan hususlarının açıklandığı 21 Haziran 1997 tarihli RP-DYP-BBP Genel Başkanları N.Erbakan, T.Çiller ve M.Yazıcıoğlu basın toplantısına atıfla mahkeme;
Gerekçeli kararda; “55.Hükümeti kurma görevinin Cumhurbaşkanı Demirel tarafından Tansu Çillere verilip verilmemesinin 54. Cumhuriyet hükümetinin istifa ettirildiği gerçeğini değiştirmeyecektir. Bu basın toplantısının yeni delil niteliğinde bulunmadığı, istifanın protokol gereği yapıldığı iddiasının deliller ve değerlendirilmesi bölümündeki deliller ile hukuken geçerli beyanlar nazara alındığında itibar edilmesi mümkün olmadığı anlaşılmış ve bu iddia savunma kapsamında değerlendirilerek itibar edilmemiştir.” Ve
“Bu basın toplantısının yeni delil niteliğinde bulunmadığı, istifanın protokol gereği yapıldığı iddiasının deliller ve değerlendirilmesi bölümündeki deliller ile hukuken geçerli beyanlar nazara alındığında itibar edilmesi mümkün olmadığı anlaşılmış ve bu iddia savunma kapsamında değerlendirilerek itibar edilmemiştir” demektedir.
Mahkeme bu değerlendirmesi ile, bu basın toplantısının yeni delil niteliğinde bulunmadığını 54. Cumhuriyet hükumetinin istifa ettirildiği gerçeğini değiştirmeyeceğini ifade ederek tarihi gerçekleri de reddetmiştir. 21 Haziran 1997 tarihli basın toplantısı ve 18 Haziran 1997 tarihine gelinceye kadar yaşanan siyasi gerçekler hiç şüphesiz Refah-Yol Hükumetinin istifa ettiği gerçeğini değiştirmeyecektir. ANCAK MAHKEMENİN GİZLEDİĞİ BU SİYASİ VE TARİHİ GERÇEKLER, MAHKEMENİN İDDİA ETTİĞİ VE KARARINA DAYANAK ALDIĞI REFAH-YOL HÜKUMETİNİN İSTİFA GEREKÇESİNİ DEĞİŞTİRECEKTİR. MAHKEMENİN BU İDDİASI DAHİ ÖNERME MANTIĞINDAN VE HUKUKTAN YOKSUNDUR.
Mahkemede duruşmaların, anayasa ve usul kanunun hükmü gereği aleni olmasının nedeninin Başkan Yiğitsoy tarafından bilinmediği düşünülmediğinden, kasıt ve delil gizleme gayreti olduğu anlaşılmaktadır. Yetkin hukukçuların duruşmaların ilke olarak aleni (halka açık) yapılmasına ilişkin yazdıkları; “Adalete olan güvenin sağlanması-korunması ile adil bir yargılamanın gerçekleşmesi açısından vazgeçilmez olduğu, bu suretle halkın adalet dağıtımını denetlemesine olanak sağlandığı, yargıçların adil karar verme yükümlülüklerinin yerine getirmesi açısından önemli bir işleve sahip olduğu” şeklinde özetlenebilir. Mahkeme başkanının bu kararı aynı zamanda, bu yeni delilin tartışılmasını ve sanıkların ileri süreceği savunmalarını da engelleyerek adil yargılanma hakkını ihlal etmiştir. Sanıkların yeni Mahkeme Heyetine başından itibaren sarsılmış güven duygusu, Mahkeme Başkanının alıntı yaptığımız sözleri ile tamamen yok edilmiştir.
- H. 21 HAZİRAN 1997 TARİHLİ BASIN TOPLANTISININ METNİ ve VİDEOSU;
Sitemizin “Refah-Yol 44.Hükümet Basın Açıklaması” kısmından ulaşabilirsiniz.
2. MAHKEMENİN REFAH-YOL MİLLETVEKİLLERİNE BASKI UYGULAYARAK DYP DEN İSTİFA ETTİRİLDİĞİ BU YOLLA HÜKÜMETİN İSTİFAYA ZORLANDIĞI İDDİASI, GERÇEĞE, TARİHİ VE SİYASİ GELİŞMELER İLE TANIK BEYANLARINA AYKIRIDIR. MAHKEME BU HUSUSU KARARINDA GİZLEMİŞTİR.
Mahkeme, gerekçeli kararında Refah-Yol hükumetinin baskı ile istifaya zorlandığını açıklarken “hukuken geçerli beyanlar nazara alındığında” ifadesini kullanmıştır. Eğer mahkeme hukuken geçerli beyanları nazara almış olsa idi, bu sonuca ulaşması mümkün değildi. Dönemim bakanları ve milletvekillerinin “hukuken geçerli beyanları” ve deliller aksini söylemektedir.
1995 seçiminden sonra Erbakan ile Refah-Yol hükümetini kurması, partili bir kısım milletvekilleri tarafından tepkiyle karşılanmış ve koalisyonun kurulması ile birlikte; DYP milletvekili olmalarına karşın siyasi görüşlerine aykırı görmeleri nedeniyle Yaşar Dedelek, Şinasi Altıner, Tevfik Diker ve İrfan Köksalan istifa ederek ANAP’a geçmiş, Refah-Yol hükümetine “ret” oyu veren Emre Gönansay, İsmet Sezgin, Cavit Çağlar, Köksal Toptan, Rifat Serdaroğlu, Mehmet Köstepen, Mehmet Batallı ve Refaeddin Şahin DYP’den istifa ederek Ocak 1997’de Hüsamettin Cindoruk başkanlığında “Demokrat Türkiye Partisi’ni” kurmuşlardır. Bu siyasi gelişmeler, 28 Şubat Kararlarının çok öncesinde gerçekleşmiştir. Adı sayılan bu kişilerden mahkeme huzurunda tanık olarak ifade verenler; Refah-Yol hükümetini daha kurulma aşamasında iken tasvip etmediklerini ve siyasi düşüncelerine aykırı gördüklerinden, hiçbir baskı ve diğer sebeplerle ilgili olmaksızın istifa ettiklerini ya da güvenoyu vermediklerini açıklamışlardır. Mahkeme bu somut delili, aksi bir delil olmaksızın dikkate almamış ve gerekçeli kararında yer vermemiştir. Mahkeme bu milletvekillerinin, milleti temsil eden iradelerini, yok sayamaz. Bu milletvekilleri gibi diğer vekillerinde, parti başkanları gibi düşünmesi ve biat etmesini siyasetin bir gereği sayamaz.
MAHKEMEDE DİNLENEN DÖNEMİN BAKAN VE MİLLETVEKİLİ TANIKLARDAN (gerekçeli karar 2733-2811); TAMAMI ; (Bahattin Şeker, İsmail Köse, Işılay Saygın, Hasan Denizkurdu, Jefi Joseph Kamhi, Emre Gönensay, Gencay Gürün, Cavit Çağlar, Ali Günaydın, Erkan Kemaloğlu, Edip Sahter Gaydalı, İlhan Aküzüm, Nuri Yavuz, Mehmet Korkmaz, Şamil Ayrım, Köksal Toptan, Kubilay Uygun, Turhan Tayan ve Mesut Yılmaz ) ASKERİ CENAHTAN HİÇBİR BASKI, ZORLAMA, TEHDİT, TELKİN GÖRMEDİKLERİNİ BEYAN ETMİŞLERDİR.
A. Işılay Saygın, Hasan Denizkurdu, Jefi Joseph Kamhi, Cavit Çağlar, Ali Günaydın ve Mehmet Korkmaz ; 54. HÜKÜMET’İN İCRAATINDAN MEMNUN OLMADIKLARI İÇİN İSTİFA ETTİKLERİNİ BEYAN ETMİŞLERDİR
B. Erkan Kemaloğlu, Emre Gönansay, Gencay Gürün ve Edip Sahter Gaydalı; 54. HÜKÜMET KURULURKEN GÜVENOYU VERMEDİKLERİNİ BEYAN ETMİŞLERDİR
C. İsmail Köse, Hasan Denizkurdu, Emre Gönansay ve Cavit Çağlar; CUMHURBAŞKANINA VERİLEN MESUT YILMAZ HÜKÜMETİNE GÜVENOYU VERMEYECEKLER LİSTESİNİ İMZALAMADIKLARINI BEYAN ETMİŞLERDİR.
D. Gencay Gürüm ve İlhan Aküzüm; İMZALARININ OLUP OLMADIKLARINI HATIRLAMADIKLARINI SÖYLEMİŞLERDİR.
E. Nuri Yavuz ve İlhan Aküzüm: TANKLARIN SİNCAN’DAN GEÇİŞİNDEN, BRİFİNG VERİLMESİNDEN VE GAZETE MANŞETLERİNDEN RAHATSIZ OLMADIĞINI BEYAN ETMİŞTİR.
Mahkemede dinlenen 19 Bakan ve Milletvekili tanığın dışında; Sanıklarca tanık olarak dinlenmesi istenen milletvekili ve bakanlar da mahkemece dinlenmemiştir. O DÖNEM BAKAN VE MİLLETVEKİLİ OLAN TANIKLARIN HİÇ BİRİSİNİN, MAHKEMENİN İDDİA ETTİĞİ GİBİ, ASKERDEN BASKI GÖRDÜKLERİNE DAİR HİÇ BİR BEYANI YOKTUR. MAHKEMENİN, TANIK BEYANLARINI GİZLEYEREK YAPTIĞI VE HÜKME ESAS ALDIĞI TESPİTİ GERÇEĞE VE HUKUKA AYKIRIDIR.
Ayrıca; Mahkemenin milletvekili matematik hesabının aksine, tanık beyanlarından, yukarıda ve diğer başlıklarda açıklanan Refah-Yol milletvekili sayısından ve Mesut Yılmaz hükumetine güvenoyu vermeyecekler listesinin gerçeği yansıtmadığından açıkça anlaşıldığı üzere; Mahkemenin iddiasının aksine Refah-Yol hükumetinin meclis çoğunluğunu ve milli iradeyi temsil etmediği, siyasilerin Refah-Yol hükumetinin siyasi tutum ve icraatlarından memnun olmadıkları için partilerinden istifa ettikleri/güvenoyu vermedikleri anlaşılmaktadır. Mahkeme, tanık beyanları ve siyasi mecrada geliştiği açık olan gerçekler karşısında, varsayıma dayalı, soyut ve siyasi bir değerlendirme ile hüküm kurmuştur.
3. MAHKEMENİN “MECLİSTE ÇOĞUNLUĞU SAĞLAYAN VE DAHA ÖNCE GÜVENOYU ALMIŞ DYP VE RP’NİN “ŞEKLİNDE, REFAH-YOL HÜKÜMETİNİN MECLİS ÇOĞUNLUĞUNU TEMSİL ETTİĞİ TESPİTİ GERÇEK DIŞIDIR;
Mahkemenin çoğunluk olarak değerlendirdiği Refah-Yol milletvekillerinin mahkemedeki ifadelerinden, bu koalisyonu siyasi ilkeleri gereği uygun görmedikleri ve mahkemenin çoğunluk hesabının doğru olmadığı da ortaya çıkmıştır. Başbakan Erbakan’ın hesabının doğru olduğu kabul edilse bile; 9 BBP Milletvekili ve 3 bağımsız milletvekili ile birlikte 278 sayısına ancak ulaşılmış ve meclis çoğunluğu 275 dir. Yani 4 milletvekili eksiği ile çoğunluğu kaybedecek durumdadır.
Ancak 18 Haziran 1997 tarihi itibarıyla Milletvekili sayısı; DYP: 112 RP: 158 Refah-Yol: 270 dir. YANİ REFAH-YOL HÜKÜMETİ (DYP-RP) MAHKEMENİN İLERİ SÜRDÜĞÜ GİBİ 18 HAZİRAN 1997 TARİHİ İTİBARİYLE İSTİFADAN ÖNCE MECLİS ÇOĞUNLUĞUNU / MİLLET İRADESİNİ TEMSİL ETMEMEKTEDİR. Yani, yeni kurulacak ya da kurulması için çabalanan hükümetin artık protokolle var olmuş Refah-Yol hükümeti olduğu söylenemez.
Bu nedenle de, mahkeme, bağımsız Milletvekilleri ile Büyük Birlik Partisi Milletvekillerini de hesaba katarak, 18 Haziran 1997 tarihinde sayısal meclis çoğunluğu bulunmayan Refah-Yol hükumetinin, meclis çoğunluğuna sahip olduğunu ileri süremez.
Başbakan Erbakan’ın var olduğunu ifade ettiği ancak dosyada bulunmayan liste Mesut Yılmaz hükumetine güvenoyu vermeyeceğini ifade eden milletvekili sayısıdır. Çillerin Başbakanlığında kurulacak RP-DYP + BBP +3 hükümetine güven oyu verecek milletvekili sayısı değildir. İKİ SİYASİ DURUM BİRBİRİNDEN SİYASETEN VE HUKUKEN ÇOK FARKLIDIR. İki partiyle (RP-DYP) kurulan Refah-Yol hükumetine güvenoyu vermiş milletvekillerinin, RP-DYP-BBP +3 destekli hükumete de mutlaka güvenoyu vereceklerini, öngörmek, RP-DYP DIŞINDA MECLİSTE BULUNAN DİĞER PARTİLERİN HÜKUMET KURAMAYACAĞI VARSAYIMINDA BULUNMAK ve bunu mutlak bir hukuki durum olarak ileri sürmek, ne hukuken ne de siyaseten mümkün olmadığı gibi, TBMM nin üstünlüğünü reddeden bir değerlendirmedir. Kaldı ki, bu listenin doğru olmadığı da tanık beyanlarıyla ortaya çıkmıştır. Bu nedenle, zaten siyasi olan ve millet iradesini şekillendirmeye çalışan mahkemenin varsayımının, ne siyaseten ne de sayısal olarak doğru olmadığı açıktır.
4. MAHKEMENİN “MATEMATİKSEL OLARAK O TARİHTE MECLİSTE BULUNAN DİĞER PARTİLERİN MİLLETVEKİLİ SAYISI İTİBARİYLE HÜKÜMET KURMA İHTİMALLERİNİN OLMADIĞI” ŞEKLİNDE HUKUK GARABETİ DEĞERLENDİRMESİ, TEOKRATİK DÜZENLER İÇİN GEÇERLİ OLAN, KUVVETLER AYRILIĞI İLKESİNİ İHLAL EDEN, MİLLET İRADESİNİ YOK SAYAN SİYASİ BİR DEĞERLENDİRMEDİR.
Mahkeme anayasal görev ve sorumluluğunu bir yana bırakarak, “MATEMATİKSEL OLARAK O TARİHTE MECLİSTE BULUNAN DİĞER PARTİLERİN MİLLETVEKİLİ SAYISI İTİBARİYLE HÜKUMET KURMA İHTİMALLERİNİN OLMADIĞI” şeklinde ancak bir siyasetçi tarafından yapıldığında makul görülebilecek bir değerlendirmeyle Refah-Yol hükumetinin istifa tarihinde henüz gerçekleşmemiş siyasi bir eylemin, sayısal toplamını yaparak, sonucunun ne olması gerektiği konusunda tamamen siyasi bir tahminde bulunarak hüküm kurmuştur. Ayrıca, mahkemenin sayısal toplam hesabı da yanlıştır. Bu husus aşağıda açıklanmıştır. Siyasi toplamların, matematiksel toplamlara eşit olması gerektiği yönündeki değerlendirme, ancak milletvekillerinin milleti değil, teokrasiyi temsil ettiği düzenlerde rastlanabilecek bir durumdur. Kaldı ki, siyasi tarih mahkemenin öngördüğü şekilde gelişmemiş ve 55. Hükumet çoğunluğu sağlayarak güvenoyu almıştır.
Mahkeme, siyaseti şekillendirme, millet iradesine ve milletvekillerinin bağımsız siyasi tercihlerine ipotek koyarak, henüz gerçekleşmemiş siyasi bir işlemde nasıl oy kullanmaları gerektiğini, bu gün görevde olan milletvekillerinin iradesine de ipotek koyacak şekilde, siyaseten ifade yoluna gitmiştir. Mahkeme matematik toplamdan yola çıkarak bu değerlendirmesini yaptığını ifade etse de, millet iradesinin nasıl tecelli edeceği ya da etmesi gerektiği konusunda siyasi bir tahminde bulunması yargının görev ve sorumluluk alanı içinde olmadığı gibi, siyaseti matematiksel bağıntılar değil, milletvekillerinin üzerine ipotek konulması mümkün olmayan, parti iradesini değil millet iradesini temsil eden siyasi tercihlerinin belirleyeceği anayasal düzeyde açık ve kesindir.
Anayasa hükmü de bu yöndedir. Mahkemenin anayasal ve demokratik düzen dışında, parti hegemonyasına dayalı bir başka düzen tarif etmesi, atılı suça ilişkin iddiaların aksine tam da bu nedenle hukuka ve anayasaya aykırıdır. Bu gerekçenin, hukuk ilkeleri, yargı görev ve sorumluluğu, anayasal düzen ve demokrasi ile bağdaşması mümkün değildir. Mahkemenin, bağımsızlık ve tarafsızlığını kaybederek, tamamen bir siyasi görüş ve düşünce doğrultusunda hüküm kurduğunun da açık göstergesidir.
Mahkeme, bu gerekçesiyle; parti mensubu milletvekillerinin, millet iradesini değil, parti iradesini temsil etmesi gerektiğini öne sürerek, kararıyla yürütme erkine, geniş anlamda yasama ve yürütmeye yani TBMM de oluşan millet iradesine siyasi müdahalede bulunmuştur. Mahkeme, Başbakan Erbakan’ın hazırladığı, henüz görev verilmemiş ve programı açıklanmamış varsayım bir hükümete güvenoyu vermeyecekler listesinde bulunan milletvekillerinin, bu siyasi taahhütlerini aynen gerçekleştirmek zorunda olduklarını varsayarak, siyaseti matematiksel bağıntılara sıkıştırıp, millet iradesine ipotek koyamaz. Mahkemede tanık olarak dinlenen dönemin milletvekillerinden hiç birisi kendisine baskı yapıldığını ifade etmediği gibi, mahkemenin muteber saydığı, “kurulacak Mesut Yılmaz hükümetine güvenoyu vermeyecekler listesinde” adı bulunup mahkemede beyanda bulunan milletvekili tanıklardan, listede adının bulunmadığını, bu listeden haberlerinin olmadığını ya da usulen imzalamak durumunda kaldığını beyan edenler de bulunmaktadır. Öncelikle, mahkeme siyaseten varsaydığı söz konusu listenin, isim ve imzaları teyit edilerek hukuken de mevcut ve muteber olduğunu delilleriyle ve tanıklarıyla açıklayamamıştır. Böyle bir liste, dava dosyasında bulunmadığı gibi, tanık beyanlarıyla da doğruluğu hukuken kanıtlanamamıştır.
Anayasanın 76. Maddesine göre; Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgeyi veya kendilerini seçenleri değil, bütün Milleti temsil ederler. Parti Genel Başkanlarını ya da partilerini temsil etmezler. Bununla birlikte, Milleti temsil eden Millet vekilleri göreve başlarken, Rusya’da Polit Büro üyeleri gibi parti programına ve parti genel başkanının siyasi tercihlerine bağlı kalacağı üzerine değil, Devletin varlığı ve bağımsızlığı, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliği, hukukun üstünlüğü, demokratik ve lâik cumhuriyet, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalmak, Anayasa‘ya sadakat üzerine büyük Türk milleti önünde ant içerler. Bu yeminle göreve başlayan milletvekilinin iradesine ipotek konulamaz. Yeminine aykırı gördüğü her siyasi eylemi ya da işlemi reddetme hakkına, görev ve sorumluluğuna sahiptir. Milletvekilinin siyasi iradesinin nasıl tecelli edeceği ya da etmesi gerektiği konusunda mahkemeler hüküm kuramaz, bu tespit mahkemenin siyasete açık müdahalesidir.
Kaldı ki Refah-Yol hükümeti ya da bir başka hükümetin millet iradesini temsil edip etmediği ancak, fiilen yapılacak güven oylamasının sonucunda görülebilir. Diğer demokratik ülkelerde uygulandığı gibi, anayasal bir şart olarak, Bakanlar Kurulu programı üzerinde görüşmelerin bitiminden bir tam gün geçtikten sonra oylama yapılır (m.110). Bu bir tam günlük süreye “serinleme süresi” (cooling off period) denir. Bu sürenin amacı, milletvekillerinin güven oylamasında, o anki duygu ve heyecanlarına kapılarak değil, iyice düşünerek oy kullanmalarını sağlamak içindir. (Kemal Gözler- Türk Anayasa Hukuku Genel Teorisi Cilt 2. Syf 566)
Bu nedenle mahkemenin, bu iddiası, zaten 55. Hükümetin güvenoyu alması ile çökmüştür. Mahkemenin yaptığı gerçek dışı değerlendirme sadece millet iradesini yok saymaktır. Siyasi tercihler, yargısal ve matematik hesaplarına konu edilemez. Bu tercih, yargısal bir kararın değil, millet iradesinin bir sonucudur. Mevcut gerçekliğin dışında her türlü tespit ancak varsayım ve siyasi değerlendirmedir. Mahkemeler TBMM nin üstünlüğünü yok sayan, kendisini yürütme yerine koyan siyasi mülahazalar ve varsayımlarla hüküm tesis edemez.
Demokratik siyasal sistemlerde bir siyasi partinin muhatabı, ancak diğer siyasi partilerdir. Bu bağlamda, herhangi bir siyasi parti hakkında siyasi değerlendirme, eleştiri ve suçlamaları yapacak olanların da halkın oylarına talip olan diğer siyasi partiler olacağında kuşku yoktur. Anayasasında demokratik hukuk devleti ile kuvvetler ayrılığı ilkelerini benimsemiş ve yargıç bağımsızlığı ile tarafsızlığına yer vermiş bir ülkede, mahkemenin herhangi bir siyasi partinin siyasi gücünü değerlendirmesi, ya da milletvekillerinin siyasi tercihlerini ve iradelerini sorgulaması hiçbir şekilde mümkün olamaz.
5. MAHKEMENİN; “MECLİSTE ÇOĞUNLUĞU SAĞLAYAN VE DAHA ÖNCE GÜVENOYU ALMIŞ DYP VE RP’NİN HÜKÜMETTE YER ALMAKSIZIN VE SADECE YASAMA ORGANINDA YER ALMALARININ PARTİLERİN VAROLUŞ AMAÇLARINA AYKIRI OLDUĞU, BU NEDENLE İSTİFA DİLEKÇESİNDE KULLANILAN İSTİFA KELİMESİ ANLAMININ NORMAL ANLAMININ DIŞINDA DEĞERLENDİRİLMESİ GEREKTİĞİ” TESPİTİ GERÇEK DIŞI VE MANTIKSAL TUTARLILIKTAN YOKSUNDUR.
Mahkeme, bu tespitinde, diğerlerinde olduğu gibi kendisi ile çelişmektedir. Mahkemenin iddiasına göre tehdit ve baskıyla istifa etmiş bir hükümet, birden hem de istifa ettiği 18 Haziran 1997 de siyasi amacını hatırlayarak, sadece yasama organında bulunmayı varoluş amacına aykırı bulup, iktidara talip olmuştur. Bu tespit karşında sorulacak soru şudur;
- Sözde baskı ve tehditle istifa ederken varoluş amacını hatırlamayan bir hükumet, istifa ile birlikte basına yaptığı açıklamada, aynı gün hükümete talip olduğunu ilan ederken var oluş amacını nasıl hatırlamıştır?
- Madem baskı ve tehditle istifa etmiştir, bu tehdit, aynı gün ortadan mı kalkmıştır?
- Madem baskıyla istifa etmiştir, neden aynı gün istifa ile birlikte iktidara tekrar talip olmuştur?
- Madem mahkemenin tespitinde olduğu gibi RP-DYP meclis çoğunluğunu sağlamaktadır, neden BB Partisi milletvekilleri ve 3 bağımsız milletvekilinin desteğine ihtiyaç duymuştur?
Mahkemenin bu tespiti, en başta mantık kurallarına aykırıdır. Tespitinde sebep-sonuç-mantık ilişkisi yoktur. Mahkemenin tespiti, atılı suçu açıklamaktan uzak, hukuk dışı ve önerme mantığından yoksundur. Bu nedenle, mahkemenin “istifa” kelimesinin anlamının normal anlamının dışında değerlendirilmesi gerektiğinin sosyolojik, psikolojik, siyasi ya da hukuksal hiçbir yanı yoktur. Sadece atılı suça kılıf uydurmaya ilişkin, cılız ve tutarsız, çaresiz bir önermedir. Bu tespit, mahkemenin hükmünün ne denli zayıf ve dayanaksız olduğunu da açıklamaktadır. Mahkemenin, somut belgeler, maddi deliller ve tanık beyanları ortada iken, soyut zorlama siyasi kavramlarla hüküm kurması hukuk dışıdır.