TSK’DAN DİSİPLİNSİZLİK NEDENİYLE İHRAÇ EDİLEN, DAVAYA KATILAN /MÜŞTEKİLER İLE İLGİLİ MAHKEMENİN ÇARPITTIĞI GERÇEKLER
Katılma/Müşteki kararları usule aykırı, çelişkili ve hatalıdır: Mahkemenin celselerde vermiş olduğu tüm katılma talepleri hatalıdır. İsnat edilen suçun mağduru geniş anlamda “kabine” dar anlamda sadece hizmet bakanlıklarından oluşan bakanlar kuruludur:
İddianamede başlangıçta 453 mağdur/müştekiye yer verilmiştir. Bunların büyük bölümüne bakıldığında 365 müştekinin sivil veya askeri kamu görevlisiyken haksız ve gerekçesiz şekilde görevinden uzaklaştırıldığını, disiplin yaptırımlarına maruz bırakıldıklarını ifade edenlerdir. 103 celse boyunca hemen her duruşmada yeni katılma talepleri gelmiş bazılarının basmakalıp bazılarının sistemli hazırlanmış olduğu görülmüştür. Gerekçeli kararda ise bu sayının 389’u asker, 789’u sivil olmak üzere 1148’e ulaştığı görülmüştür.
Oysa dosyada isnat edilen suç 312 /147‘dir. Suçun mağduru hükumettir. Tek başına bakanı düşürmek dahi hükumetin düşmesini sağlamaz bu sebeple mağdurların katılma taleplerinin reddi gerekmektedir.
MAHKEMENİN 28 ŞUBAT DÖNEMİNDE TSK DAN İHRAÇ EDİLEN PERSONEL İLE İLGİLİ GERÇEK DIŞI İDDİA VE KABULLERİ :
1996-1999 yılları arasında TSK’dan disiplinsiz nedeniyle ihraç edilen personel sayısı 746’dır. Personel isim listesi ve gerekçesi “YAŞ İHRAÇ KARARLARI” başlığında bulunmaktadır. TSK dan ihraç edilen 746 personelin tarikat bağlantılı ihraç gerekçelerin gösteren genel tablo aşağıdadır; Tablodan 243 kişi ile F.GÜLEN tarikatı iltisaklı personelin ihraç edildiği görülmektedir. Bu sayı, genel toplamın % 33 ünü ifade etmektedir.
A. İDDİANAMEDE VE GEREKÇELİ KARARDA YER ALAN “TSK’DAN ATILANLARIN MUHTEMEL BİR DARBEYE ENGEL OLMAMALARI İÇİN ATILDIKLARI” İDDİASI GERÇEK DIŞIDIR:
Gerekçeli karar syf 2983’de (delillerin değerlendirilmesi başlığı altında) yer alan bu iddianın, belge ve deliller ile akla aykırı olmasına rağmen halen gerekçeli kararda ve savcının esas hakkında mütalaasında yer bulması açısından önemlidir. Bu husus aslında, iddianamenin FETÖ iltisaklı ve destekli bir iddianame olmasının emaresi olarak önem taşımaktadır. Yanı sıra, mahkemenin, dosyada mevcut belgeleri dahi incelemeden, maddi gerçeğe aykırı soyut ön kabullerle dayanak ürettiği açıktır.
Öncelikle hükumetin istifa tarihi olan 18 Haziran 1997 den önce, irticai faaliyetler nedeniyle 1996 ve 1997 (Mayıs) tarihlerinde, yapılacak sözde darbeye karşı çıkacak kaç personelin TSK’dan atıldığını rakamlarla belirtmek gerekir;
Sözde darbe tarihi olan 18 Haziran 1997 tarihinden sonra, 1997 (Temmuz)-1999 yılları arasında, TSK’dan ihraç edilen ve iddiaya göre askeri bir müdahaleye karşı çıkması beklenen ve (ancak karşı çıkmayan) 18 Haziran 1997 tarihi itibariyle TSK dan halen ihraç edilmemiş personel sayısı ise;
Askeri müdahaleye karşı çıkacak personelin TSK’dan atıldığı iddiasına ilişkin;
– Hükümetin istifa tarihi olan 18 Haziran 1997 tarihinden önce TSK’dan disiplinsizlik nedeniyle ilişiği kesilen hiçbir asker müşteki “Ben muhtemel bir darbeye karşı çıkacaktım, beni bu nedenle TSK dan attılar, şu önlemleri aldım” şeklinde beyanda bulunmamıştır. 18 Haziran 1998 tarihinden sonra TSK’dan ilişiği kesilen ve o tarihte halen TSK da görev yapmakta olan asker müştekiler ise, gerekçeli kararda kabul edildiği üzere gerçekleştiği ileri sürülen sözde darbe iddiasına ilişkin olarak, “Ben o dönemde hükumete yapılan darbeye karşı çıktım, bu kapsamda şu işlem ve eylemlerde bulundum, karşı çıkanlar olarak şu şekilde ortak direnç gösterdik vs.” şeklinde tek bir beyanda bulunmamıştır.
Madem darbe gerçekleşmiş ve madem iddia edildiği gibi bu müştekiler darbeye karşı çıkacaklardır, sözde darbe tarihinde halen TSK da görev yapan sayıları 562 olan bu müştekiler/personel neden bu sözde darbeye karşı çıkmamış, engellememiş, bu yönde tek bir fiil ya da eylemde bulunmamışlardır?
Ya da madem darbeye karşı çıkacaklarından korkulmuştur, o halde neden darbe tarihinden önce bu 562 personel TSK’dan atılmamıştır?
Bu yönde iddianamede ve gerekçeli kararda tek bir belge ya da bilgi yoktur. Ordudan ilişiği kesilen bu şahısların büyük bir çoğunluğunun küçük rütbeli personelden oluştuğu, sadece az sayıda üst subay rütbesinde (3 Albay, 1 Yarbay) ve etkili olmayan yardımcı sınıf görevlerde bulunduğu, içlerinde general/amiral bulunmadığı ve doğal olarak etkin bir silahlı güce komuta etmedikleri ve niteliksel gücünün olmadığı da görülmektedir. Kaldı ki 10 yıl içinde ilişiği kesilen personel toplamının oransal miktarı bile, herhangi bir yıla ait rütbeli personel sayısının binde beşini dahi oluşturmamaktadır.
1996-1997 yıllarında 18 Haziran 1997 tarihine kadar TSK’dan ilişiği kesilen personel sayısı çoğunluğu küçük rütbeli 191 kişidir. Ayrıca, 1997 (Ağustos)-1999 yılları arasında TSK’dan ilişiği kesilen, 18 Haziran 1997 tarihinde TSK da halen görev yapan, ancak sözde darbeye karşı çıkması beklenip de, karşı çıkmayan personel sayısı ise 562’dir. Eğer mahkemenin iddiası doğru olsa idi, 18 Haziran 1997 sözde darbe tarihinde halen görevde bulunan ve daha sonra TSK’dan sözde hukuksuz tespitlerle ve askeri müdahaleye karşı çıkacakları için atıldığı iddia edilen bu 562 personelin darbeye karşı çıkması gerekirdi. Durum fiilen böyle olmadığına göre, mahkemenin iddiası gerçek dışıdır, somut bir gerçekliği yoktur. AYRICA BU 562 KİŞİNİN NEDEN SÖZDE DARBEYE KARŞI ÇIKMADIKLARI KONUSUNDA MAHKEMENİN BİR DEĞERLENDİRMESİ / GEREKÇESİ DE YOKTUR.
– Öte yandan, İddianamede ve gerekçeli kararda, bu darbenin klasik darbelerden farklı, Cengiz Çandar’ın ifade ettiği gibi post-modern bir darbe olduğu ileri sürülmektedir. Madem, silahlı güç kullanılması planlanmayan, hükumete, milletvekillerine, bakanlara sözde baskı ve tehdit ile gerçekleştirilmesi planlanan sözde darbe için, bu asker müştekilerin hangi fiil ve eylemleri bu sözde darbeyi engelleyecektir? Bu iddiayı ileri sürerek kararına dayanak alan mahkeme, gerekçeli karar da öncelikle bu soruyu cevaplanması gerekirdi. Bu müştekilerin, MGK da karar alınmasını, Erbakan ve Çillere yapıldığı ileri sürülen sözde baskıyı ve hükumetin istifa etmesini engelleyecek hangi işlem ve eylemlerinden korkulduğu için TSK’dan atılmışlardır? Mahkeme değerlendirmesinde kendi iddiasına dahi ters düşerek, bir dizi mantıksal kurgu hatasına düşmüş, hiçbir beyan, belge, rakamsal hesaplama ya da somut delil bulunmadığı halde, fiili imkansızlığa rağmen siyasi yansımaların etkisiyle olduğu kanaati oluşan bu sözde tespitini kararına dayanak almıştır.
– Ayrıca, sahte CD5 de yer alan 10 Nisan 1997 tarihli “Batı Çalışma Grubu”, 6 Mayıs 1997 tarihli Batı Harekât Konsepti”, “27 Mayıs 1997 Tarihli Batı Eylem Planı, 7 Nisan 1997 Tarihli “Toplantı Tutanağı gibi uydurulmuş sözde belgelerde dahi; “askeri müdahaleye karşı çıkabilecek TSK personelinin, ordudan ilişiğinin kesilmesini” yönünde ya da bu anlamı taşıyan tek bir cümle yer almamaktadır. Sözde darbecilerin amacı bu ise, neden BÇG çıkışlı hiçbir emir, plan, konsept, toplantı tutanağı vs. hiçbir sözde belgede yer almamıştır? İddiaya göre her şeyi yazan sanıklar, bunu neden açıkça yazmamışlardır?
– Sanık Hakan Pelit tarafından; 08.11.2013 tarihli dilekçesi ile Genelkurmay Başkanlığından; TSK bünyesinde, yapılacağı ileri sürülen bir askeri müdahaleye karşı çıkabilecek personel ile söz konusu personelden oluşan bir grubun varlığının tespit edilip edilmediği, böyle bir grubun varlığına ait bir tespit yapılmış ise; bu gruba ait teşkilat şeması, hazırlık faaliyetleri, maksada yönelik silahlı güce sahip olup olmadıkları, emir komuta ilişkileri, grup yöneticileri, sivil unsurlarla ilişkileri ve sair faaliyetleri kapsamında bilgi/belge ve istihbarat raporu talep edilmiştir.
Genel Kurmay Başkanlığı ise 08 Ocak 2014 tarihli yazısı ile konuya ilişkin bilgi belge ve kayda rastlanılmadığını bildirmiştir (Yazı sanık H.Pelit savunma ekinde bulunmaktadır). Bununla birlikte aynı soru mahkeme tarafından MİT Müsteşarlığına da sorulmuş ve bu yönde bir tespitin olmadığı cevabının alındığı duruşmalarda okunmuş ve kayıtlara girmiştir.
Ayrıca gerekçeli karar syf 2983 yer alan değerlendirmede, SOMUT VE HUKUKİ BİR VERİ OLMAMASINA RAĞMEN SİYASAL İSLAM’I GERÇEKLEŞTİRMEK İÇİN GÖREV ALDIKLARI KABULÜYLE BU KİŞİLERİN ATILDIĞI İFADE EDİLMEKTEDİR. Öncelikle mahkemenin “siyasi İslam” diye tanımladığı husus “İRTİCA” dır. Bu ise bir iç tehdit olarak devlet belgelerinde yer almaktadır. Bu değerlendirme amaç suçu açıklamanın ötesinde “SİYASAL İSLAM”I yani “İRTİCA TEHDİDİNİ” yasallaştıran hukuk garabeti bir değerlendirmedir. Hiçbir sözde belge de, darbeye karşı koyacak askeri personelin temizlenmesi ifadesini bulamayan savcı ve mahkeme, bu kez lafı dolandırıp, siyasal İslami gerçekleştirmek bahanesinin kullanıldığını, bu bahaneyle de sözde askeri müdahaleye karşı çıkacak personelin atıldığı ifadesini güçlendirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Bir kısım askeri personelin Siyasal İslam’ı gerçekleştirmek üzere görev aldığının, TSK’nın sadece bir kabulü olduğunu gerçekliğinin olmadığını ileri sürebilmiştir.
Ancak, siyasal İslami “İRTİCAYI” gerçekleştirmek üzere TSK’da kadrolaşarak 15 Temmuz günü kalkışma başlatan FETÖ nün bütün gerçekliğiyle halen yargı da hesap verdiği, bu örgütü koruyan ve kollayan odakların da hesap vermeye devam edeceği ortadadır. Mahkemenin bu kabulü, bu gerçekliğe rağmen kabul edilemez ve bu değerlendirmesinin dayanak aldığı hiçbir hüküm geçerli ve yasal kabul edilemez.
– TSK’dan atılanların hiçbir somut ve hukuki veriye dayanmadığı tespiti de hem gerçek dışı hem de idari mevzuata aykırıdır. Bu tespitten, mahkemenin TSK’dan atılanlara ilişkin YAŞ kararlarını ve gerekçelerini, dosyada bulunmasına rağmen incelemediği, gizlediği, hatta mevzuatı bile karıştırdığı anlaşılmaktadır. Mahkemenin, YAŞ kararlarıyla TSK’dan atılma idari mevzuatında bu işlemler için TCK kapsamında somut suç teşkil etmesinin gerekmediği, bunun adli bir işlem değil, idari bir işlem olduğu ve elde edilen istihbaratın yeterli olduğunu göz ardı ederek, 13 Nisan 1990 Tarih ve 20491 Sayılı Resmi Gazetede Yayınlanan Güvenlik soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği, TSK İstihbarata Karşı Koyma, Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi (MY 114-1 A/B/C) ve TSK Personel Kanunu hükümlerini de yok saymıştır. Bu konu, YAŞ kararları ve TSK’dan atılma işlemleri başlığı altında detaylarıyla açıklandığından tekrarlanmamıştır.
– TSK personelinin asılsız ihbarlar, gerçek dışı raporlar, askeri görev ve disiplin anlayışını yansıtmayan düşük sicil notları ve sahte belgelerle ihraç edildiği yalanı;
Mahkemenin kararına dayanak aldığı, iddianamenin sonuç ve değerlendirme bölümünde (syf.1306);
“Türk Silahlı Kuvvetlerinin kurumsal hiyerarşisinin dışında, yasa dışı olarak kurulan ve bilahare TSK’nın kurumsal hiyerarşisini ele geçiren Batı Çalışma Grubu öncelikle yapılacak askeri bir müdahaleye karşı çıkabileceğini düşündüğü TSK personelini asılsız ihbarlar, gerçek dışı raporlar, personelin askeri görev ve disiplin anlayışını yansıtmayan sicil notları ve sahte belgelerle ihraç edilmesini sağlamış, ya da çeşitli baskı ve tehditlerle emekliliğe zorlayarak Türk Silahlı Kuvvetlerinden irtibatı kesilmiştir.” şeklinde iddia bulunmaktadır.
Öncelikle gerekçeli kararda yer alan bu iddiayı ortaya koyan tek bir belge dosyada yoktur. Mahkeme, sahte belgelerin ve gerçek dışı raporların varlığını ve ne olduğunu, asılsız ihbarların varlığını ve belgesini somut olarak açıklayamamış, bu konuda dosyaya tek bir resmi somut tutarlı belge koyamamıştır. Bununla birlikte, tarikatlarla iltisakı ve bu kapsamda irticai faaliyetleri tespit edilen personelin, ÖNCEKİ SİCİL NOTUNA BAKILMAKSIZIN İHRACI MEVZUAT GEREĞİNCE KESİNDİR. Sicil notunun hangi seviyede olduğu, bu tür faaliyetleri tespit edilen personelin TSK dan ihraç edilmemesi için yeterli değildir. TSK dan disiplinsizlik nedeniyle ayırma işlem ve mevzuatı bir başka başlıkta açıklandığından burada atıfla yetinilmiştir.
Bu iddiaya ilişkin Sanık Hakan Pelit’in 26.11.2013 tarihli dilekçesine karşılık Deniz Kuvvetleri K.lığı ; 09 Ocak 2014 tarih ve 4418 numaralı yazısı ile; “Asılsız ihbar ve şikayetlere dayalı rapor düzenlenerek işlem yapılan TSK’dan ilişiği kesilen veya bu yönde yasa dışı uygulama yapan her hangi bir personelin bulunup bulunmadığı hususu ile ilgili olarak; “..Asılsız ihbar veya şikayetler nedeniyle hakkında işlem ve/veya yasa dışı uygulama yapılan personele dair her hangi bir kayda rastlanılmamıştır” cevabını vermiştir. (Cevap yazısı H.Pelit savunma ekinde bulunmaktadır) Mevcut resmi cevap böyledir. Ancak mahkeme gerekçesinde, söz konusu asılsız ihbarların, gerçek dışı raporların, personelin askeri görev ve disiplin anlayışını yansıtmayan sicil notlarının ve SAHTE BELGELERİN, NELER OLDUĞUNU SOMUT OLARAK AÇIKLAYAMAMIŞ, bunların sahteliğine yönelik belge ve delillerini somut olarak ortaya koyamamış, sözde mağdurların çelişkili, belgesiz ve dayanaksız ifadelerinden alıntılarla yetinmiştir. Mahkeme bu kararıyla idarenin takdir hakkı üzerinde yerindelik denetimi yapmış, uzmanlığı bulunmadığı bir konuda idari işlemin yerinde olup olmadığını değerlendirmiştir. Buna rağmen mahkeme, bu iddiayla ilgili gerekçelerini somut ve hukuki bir veriye dayandırmadan, soyut kabul ve kavramlarla kararına dayanak almıştır.
– Yasal ya da yasa dışı her türlü örgüt, dernek, vakıf, çete, kişi vs. oluşumun, TSK ya yönelik doğrudan ya da dolaylı faaliyetleri, her türlü etkileme, yönetme, yönlendirme, bünyesine katma, etki altına alma ya da amaçları doğrultusunda ideolojik faaliyetlerini yayma çabalarına karşı; personel ve fiziki güvenlik, istihbarata karşı koyma, casusluğun tespiti ve önlenmesi gibi konularda tedbir almak, gücünü ve yetkisini Anayasa ve kanunlardan alan TSK’nın açık bir görevidir. Hiç bir kişi ya da kurum TSK’nın kendini koruma refleksini ve bu yöndeki görevini yasa dışı gösterme ve görev haricidir gibi akıl dışı yaklaşımlarla yok saymak hakkına sahip değildir. TSK’nın vatan savunması, muharebe gücü, emir komuta birliği ve birlik ruhunu çökertmeye yönelik her türlü örgütsel ve çete faaliyetlerin tespiti ve izlenmesi asli ve açık görevdir. Bu görevin icrası; devletin diğer kurumlarıyla daha önce açıkladığımız mevzuat kapsamında koordine içinde yürütülmektedir.
– FETÖ zanlısı Bilgili’nin hazırladığı İddianame ile gerekçeli karara esas alındığı görülen bu iddianın hiçbir gerçekliği bulunmasa da, amacının; TSK içinde yasa dışı örgütlerle mücadele eden kadrolara “temizlik yaparsanız siz de yargılanırsınız” “siyasal İslam ile uğraşmayın” mesajını vermek, ihbarların dikkate alınmasını önlemek, bu suretle TSK içinde kadrolaşmasını sürdüren FETÖ mensuplarının ve iştirakli diğer tarikat ve yapıların tespit edilerek TSK’dan ilişiklerinin kesilmesini önlemek ve kadrolaşma faaliyetlerinin sürdürülmesine olanak sağlamak olduğu değerlendirilmektedir.
– Bu iddiaya ilişkin henüz 15 Temmuz kalkışmasından önce 2014 yılı sanık savunmalarında bu iddianın gerçek dışılığı açıklanarak bu konuya dikkat çekilmiş ve özetle şu hususlar ifade edilmiştir; Bu iddia iki önemli sonuç doğurmaktadır; Eğer bu iddia doğru değil ise iddianamenin çökmesi gerekir. İddia doğru ise, bu durum, askeri hiyerarşi dışında örgütlenmiş, emir komuta dışında ve dış destekli olarak yasa dışı istihbarat ve kendine özgü kadrolaşma faaliyetlerini yürütmüş, bu faaliyetlerini TSK dışındaki sivil ve yıkıcı unsurlarla işbirliği ve bağlantı içinde gerçekleştirmiş olduklarını tevil yollu açıklamakta, bu durum ise, amacı ne olursa olsun TSK içinde yasa dışı kadrolaşmış, uzantıları hiyerarşi dışı sivil örgütlere ve güçlere dayanan, gayri yasal silahlı bir çetenin varlığını ortaya koymaktadır.
– TSK içinde yuvalanmış, hiyerarşi ve yasa dışı bir çetenin darbe karşıtlığı gibi sözde amacına Cumhuriyet Savcılığı hiçbir şekilde kefil olamaz. Buradan çıkan sonuç; İddianameden tevil yoluyla anlaşıldığı gibi, sözde darbe karşıtı faaliyetleri inandırıcı olmasa da, TSK içinde yasa dışı faaliyet gösteren, bilgi sızdıran, uydurma delil üreten, milletin hassas değerlerine yamanarak dinsel inançları sömürerek kendisini maskeleyen, dış destekli silahlı bir çetenin varlığıdır. Görüldüğü gibi, iddia makamının bu iddiası her iki durumda da kendisini yok etmekte ve TSK dışından yönetilen yasa dışı bir çetenin varlığını açıkça ortaya koymaktadır. Cumhuriyet savcılarına düşen görev, bu çetenin faaliyetlerini tespit etmek ve yargı önüne çıkartmaktır.
– 15 Temmuz 2016 kalkışması olmadan, FETÖ zanlısı Bilgili’nin FETÖ izini bıraktığı bu iddiasına ilişkin savcılığı ve mahkemeyi uyaran 2014 yılına ait bu savunmalar dikkate alınmış olsa idi, belki de 15 Temmuz kalkışması önceden önlenebilir ve böyle bir olay hiç yaşanmamış olurdu.
Mahkemenin gerekçeli kararda somut belgesi ve hukuki gerekçesiyle ortaya koyamadığı, aşağıda yer alan hukuk dışı, siyasi saptamasını kısaca cevaplamakta yarar vardır;
Gerekçeli karar syf 2983 deki değerlendirmede;
Konsept belgesi ve TSK’nın hiçbir dokümanında“irticai görüşe sahip olma” veya “irticai eğilimli personel” ifadelerinin tanımlanmadığı, bu tespitlerin nasıl yapılacağına ilişkin kriterler getirilmediği, söz konusu ifadelerin sanıklar ve Batı Çalışma Grubunca hedeflenen askeri müdahaleye karşı çıkacak TSK personelinin TSK’dan ihraç edilmesi ve emekliye sevk edilmesi için oluşturulmuş, yasal olmayan ancak kanunsuz emirlerle yasal görünüme büründürülmeye çalışılmış bir ön kabul olduğu hususunun değerlendirildiği, yine ihraçların brifing ve diğer belgelerde somut ve hukuki bir veri olmamasına rağmen siyasal islamı gerçekleştirmek için kadrolaşan kişilerin temizlenmesi amacı ve bu amaç için orada görev aldıkları kabulü ileamaç suç doğrultusunda yoğun olarak yapıldığı anlaşılmıştır.”.
DEMEKTEDİR.
1) Gerekçeli kararda, TSK PERSONELİNİN TSK DAN İHRACINA İLİŞKİN MEVZUAT, LAİKLİK VE İRTİCA KAVRAMALARINA İLİŞKİN İLKELER VE MEVZUAT VE BU KAVRAMLARI AÇIKLAYAN YÜKSEK MAHKEME KARARLARI AÇIKLANMAMIŞ, HUKUKİ DEĞERLENDİRMESİ YAPILMAMIŞ, soyut, hukuki dayanağı bulunmayan kavramlar, kabuller ve şahsi değerlendirmeler ile gerekçesiz hüküm kurulmuştur. Mahkeme, hükmüne dayanak aldığı mevzuatı, hukuki gerekçesini, dayandığı somut ve hukuki belgesini gerekçesinde anayasal bir hak ve zorunluluk olarak açıklamakla yükümlüdür. Bu yönüyle karar gerekçesizdir. Gerekçeli karar hakkını ihlal etmiştir.
2) Bu değerlendirmede yer alan “TSK’nın hiçbir dokümanında “irticai görüşe sahip olma” veya “irticai eğilimli personel” ifadelerinin tanımlanmadığı, bu tespitlerin nasıl yapılacağına ilişkin kriterler getirilmediği” tespitinin gerçek dışı olduğu, mahkemenin Gnkur. Başkanlığından isteyerek dosyaya dahil ettiği TSK İstihbarata Karşı Koyma, Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi (MY 114-1 A/B/C) ile 211 Sayılı kanun ve Yönetmeliğinde yer aldığı ve tanımlandığı açıklanmış olup, mahkeme heyetinin dava dosyasında bulunan belgelerden dahi haberdar olmadan değerlendirmelerde bulunduğu anlaşılmaktadır.
3) BÇG belgelerinin (sahte ya da gerçek) hiç birisinde “askeri müdahaleye karşı çıkabilecek TSK personelinin, ordudan ilişiğinin kesilmesini” yönünde ya da bu anlamı taşıyan tek bir cümle yer almamaktadır. Mahkeme bu yönde bir belgeyi ( sahte ya da gerçek) ortaya koyamamıştır.
4) Mahkemenin “Brifing ve diğer belgeler” ifadesiyle yuvarlayarak geçiştirdiği belgeler de, YAŞ kararlarıyla TSK dan ilişiği kesilen personelin salt “siyasal islamı gerçekleştirmek için kadrolaşan kişiler” olduğu yönünde bir ifade yoktur. Mahkemenin diğer belgeler dediği ve kararttığı YAŞ kararlarında; bu kişilerin bir cemaat, tarikat ilişkisi ya da iltisakı, siyasi faaliyeti, siyasi ya da dini propagandası ve diğer disipline aykırı işlem ve eylemlerine ilişkin mevzuata uygun somut tespitlerin bulunduğu açıkça yer almaktadır. Mahkeme bu belgeleri aksini, belgesiyle ortaya koyamamıştır.
5) Mahkemenin “somut ve hukuki bir veri olmamasına rağmen” şeklinde ifade ettiği veri kavramından Ceza hukuku bakımından bir veriden söz ettiği anlaşılmaktadır. Ancak yukarıda sayılan tespitlerin yapılmış olması diğer başlıklarda açıklanan mevzuat gereğince yeterlidir. İhraç işleminin CMK şekil şartına ya da Ceza hukukuna ilişkin olması gerekmemektedir. Mahkeme, hangi müşteki ya da katılanın, ihracına ilişkin hangi belgesini somut bir veri olarak kabul etmediğini, hukuki gerekçesini ve aksi belgesini açıklayamamıştır. İhraç işlemleri idare hukukunun konusudur.
6) Son olarak; Mahkeme “irticai görüşe sahip olma” veya “irticai eğilimli personel” ifadelerinin, askeri müdahaleye karşı çıkacak TSK personelinin ihraç edilmesi ve emekliye sevk edilmesi için oluşturulmuş bir ön kabul olduğu hususunu değerlendiren FETÖ zanlısı Bilgili’nin bu kabulüne uyarak kararına dayanak almıştır. İrticanın bir ön kabul olmadığı her türlü izahın dışındadır. Mahkeme, diğer başlıklarda açıkladığımız irtica tehdidinin boyutunu ve varlığını, fazla uzağa gitmeden, değerlendirmesine hak verdiği (!) iddianame savcısı FETÖ zanlısı Bilgili’nin şu anki adli konumuna bakarak fazlasıyla fikir sahibi olabilir. Savcının “darbeye karşı çıkacak personel” olarak tarif ettiği, TSK dan o dönemde atılan kimi personelin, 15 Temmuz kalkışmasında darbe eylemi içinde bulunduğu bu nedenle KHK ile TSK dan tekrar ilişiklerinin kesildiği ya da yargılamalarının devam ettiğini de mahkeme heyetinin hatırlamasında yarar görülmektedir. (TSK’NIN F.GÜLEN TARİKATI İLE MÜCADELESİ Başlığına Bakınız)
15 Temmuz 2016 tarihine kadar geçen dönemde F.GÜLEN örgütü veya cemaatine üye olmak başta olmak üzere başkaca tarikatlar dahil üyelikleri nedeniyle Silahlı Kuvvetlerden uzaklaştırılan personelin yıllara göre istatistiklerine bakıldığında 15 Temmuz kalkışması öncesinde bu uzaklaştırmaların siyasilerin tercih ve baskılarıyla azaldığı ve 2002 yılından itibaren tamamen durdurulduğu görülmektedir.
Yıllarca devam eden, bu tür tarikatlara olan iltisaklı (özellikle FETÖ) olanların YAŞ kararları ile Silahlı Kuvvetlerden uzaklaştırılması uygulamasının durdurulması ile özellikle FETÖ mensuplarının diğer kamu kuruluşlarında oluşturdukları paralel devlet yapılanmasını Silahlı Kuvvetler içinde de kurduğu anlaşılmaktadır. Bu tür yaklaşım ve uygulamalarla gelişen ve komuta kademesi, personel ve istihbarat birimlerinde önemli yer bulan örgüt mensupları önce 17-25 Aralık kalkışmasını, daha sonra da 15 Temmuz kalkışmasını gerçekleştirmeye çalışmışlardır.
15 Temmuz 2016 kalkışmasından önceki yıllarda YAŞ toplantılarına F.GÜLEN tarikatı veya başkaca tarikat mensubu olduğundan bahisle Silahlı Kuvvetlerden uzaklaştırılması için dosyası YAŞ’a getirilen ancak gündeme alınmayan veya onaylanmayan personelin sayısı, kimlikleri ve sonrasında bu kişilerin 15 Temmuz kalkışmasına karışıp karışmadıklarının tespiti ve bu konuda araştırma yapılması İSTİNAF MAHKEMESİNİN TAKDİRLERİNDEDİR.
B. TSK’DAN ATILAN PERSONELİN SADECE DİNİ İNANÇ VE BAŞÖRTÜSÜ NEDENİYLE ATILDIĞI YALANI,
TSK DAN ATILANLARIN DİNİ İNANÇLARI VE BAŞÖRTÜ NEDENİYLE YÜKSEK ASKERİ ŞURA (YAŞ) YOLUYLA ATILDIĞI, SOMUT VE HUKUKİ BİR DELİLİN BULUNMADIĞI GERÇEK DIŞIDIR:
Öncelikle atılı suç ve hüküm kurulan dava, TSK’dan bir kısım personelin atılma davası ya da türban davası değildir. Ancak, mahkeme atılı suçu, hukuki hiçbir delile dayandırmadan, üstelik dosyadaki belgeleri dahi çarpıtıp gizleyerek bu konuyla ilişkilendirmeye çalışmıştır. Mahkeme, atılı suçla ilişkisini önce, aksini detaylarıyla yukarıda açıkladığımız, TSK’dan atılan bir kısım personelin askeri müdahaleye karşı çıkacakları için atıldığı varsayımına dayandırmıştır. Bunu desteklemek üzere bu personelle ilgili somut ve hukuki bir delil olmadığını, hatta daha da ileri giderek idare hukuku ilkelerine de aykırılıkla, tarikat, cemaat, siyaset, örgüt ve TSK mevzuatı ile disiplin hukukuna aykırı ilişkilerini, askerlik görevi ile ilişkisi dışında sosyal ve birlik dışı faaliyet olarak kişisel ve dinsel hak kapsamında değerlendirmiştir. Bu şahısların tespit edilen askeri ve idari mevzuata aykırı eylemlerinin, adli kapsamda suç teşkil etmediğini ileri sürebilmiştir. Örnek olarak;
İddianame syf.880-882; Müşteki Nuri Şaban Ertemel ile ilgili değerlendirmesinde, Yüksek Askeri Şuraya sevk yazısında “irticai faaliyetlerde bulunduğuna dair alınan bilgiler üzerine 20 Şubat 1997 tarihinde Sakıncalı personel kategorisine alındığı, Fethullah GÜLEN nurcu grubu mensubu olduğu, Atatürk ilkeleri ve Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı olduğu, Atatürk’ün 58nci ölüm yıl dönümünde yapılan anma törenlerine emirlerin hilafına katılmadığı, Fethullah GÜLEN grubu nurcuların örgütsel faaliyetlerine katılması nedeniyle TSK’dan ilişiği kesilen Dz.Yzb. Vehbi KARA ile örgütsel ilişki içinde olduğu, ideolojik görüşleri nedeniyle amirlik görevini yerine getiremediği, dini inançları nedeniyle ailece sosyal faaliyetlere katılmadığı, memuriyet görevini ihmal suçundan 27/12/1988 tarihinde kamu davası açıldığı, disiplinsiz davranışlarından dolayı 30/04/1992 tarihinde 5 gün oda hapsi cezası aldığı, emre itaatsizlik suçundan 20/11/1996 tarihinde yazılı uyarı cezası aldığı” şeklindeki iddialardamüştekinin suç olarak değerlendirilebilecek bir faaliyetinin ortaya konamadığı, ileri sürülen iddiaların müştekinin askerlik görevi dışında, suç teşkil etmeyen, toplum içerisindeki özel yaşamı konusundaki tercihleri ile ilgili olduğu, BUNLARIN NE ŞEKİLDE ASKERLİKLE İLGİLİ DİSİPLİNSİZLİK OLUŞTURDUĞUNUN AÇIKLANAMADIĞI HALDE TSK’DAN ATILMASINA GEREKÇE YAPILDIĞI, verilen basit nitelikli disiplin cezalarının TSK’dan atılmayı gerektirecek nitelikte bulunmadığı anlaşılmaktadır. (264. klasör, sayfa 185)
Yeri gelmişken Askeri Ceza Kanununun bir maddesini hatırlatmakta yarar vardır;
Laiklik ilkesinin TSK da uygulaması ve Askeri disiplinin sağlanmasına ilişkin olarak; 1632 Sayılı Askeri Ceza Kanunu Madde 45 de; “Bir şahsın hareketini vicdanına veya dinine göre lazım saymış olması, yapmak veya yapmamakla vukua gelen bir cezayı mucip olmasına mani teşkil etmez.” Demektedir. Bu hüküm TBMM’nin yani milli iradenin kararıdır.
FETÖ kumpasçısı savcı Bilgili’nin TSK’de yerleşik kendi kadrolarına hukuksal zemin hazırlamak, korumak ve gelişmesine olanak sağlamak üzere ileri sürdüğünden hiç şüphe duyulmayan bu iddiasını, mahkeme de aynen kopyalayıp, sanık savunmalarında açıklanan ve dosyada bulunan yüzlerce belgeyi ve TSK’nin geniş kapsamlı disiplin ve idare hukuku mevzuatını, yargı kararlarını (AİHM ve AYM dahil) değerlendirmeden, bu mevzuata ya da belgelere tek bir atıf dahi yapmadan atılı suçla ilişkilendirmiş ve kararına dayanak almıştır. Mahkemenin bu tavrı sadece hukuksal bir yanılgı olarak değerlendirilemez. Bu tespitin, kasıtla, TSK’yı şekillendirmeye yönelik ve siyasi amaçlara hizmet için karara dayanak alındığı kanısı yüksektir. MAHKEMENİN BU KONUYA İLİŞKİN KARARI VE TESPİTİ, HUKUKİ ALT YAPIDAN YOKSUN, MEVZUATA VE GERÇEKLİĞE AYKIRIDIR. DAVANIN EN BAŞINDAN BERİ YAPILMAYA ÇALIŞILAN, SİYASİLEŞTİRME ÇABALARININ, O DÖNEM KAMU KURUMLARINDA YASAK VE BİR SİYASİ SİMGE OLARAK KABUL EDİLEN TÜRBAN İLE İLİŞKİLENDİRME ÇABALARININ SONUCUDUR.
TSK’DAN İHRAÇ EDİLEN PERSONELE UYGULANAN MEVZUAT ;
Öncelikle, TSK’den atılan personelin eylem ve işlemleri TSK disiplin mevzuatı yani idare hukukunun konusudur. Ceza Hukuku kapsamında değerlendirilemez. Şahısların TSK’den atılmalarını gerektiren eylemlerinden suç teşkil edenler var ise, bu husus savcılık makamınca ayrıca değerlendirmeye alınır.
TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin 124. Maddesi; “…Silahlı Kuvvetler mensuplarının hükumet tarafından tasdikli veya tasdiksiz siyasi parti ve derneklere girmeleri ve bunların siyasi faaliyetleriyle münasebette bulunmaları ve her türlü siyasi gösteri, toplantı ve seçim işlerine karışmaları ve bu maksatla nutuk beyanat vermeleri ve makale yazmaları yasaktır” hükmünü taşımaktadır.
– 13 Nisan 1990 Tarih ve 20491 Sayılı Resmi Gazetede Yayınlanan Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliğinde;
İstihbarat; “Çeşitli kaynak ve vasıtalardan elde edilen haberlerin tasnifi, kaydı, kıymetlendirilmesi ve yorumlanmasından çıkarılan sonuçtur.”
Güvenlik Soruşturması : “Şahsın genel kolluk kuvvetleri tarafından halen aranıp aranmadığı ile kolluk kuvvetleri ve istihbarat ünitelerinde ilişiği kaydının ve hakkında herhangi bir tahdit bulunup bulunmadığının, ideolojik faaliyetleri ve ahlaki durumunun, yabancılar ile ilgisinin, sır saklama yeteneğinin mevcut kayıtlardan ve mahallinden araştırılmak suretiyle tesbit edilmesi ve değerlendirilmesidir” şeklinde tanımlamaktadır.
Bu yönetmeliğe göre de; Her türlü kaynak ve vasıta kullanılarak yapılacak araştırma ile yıkıcı faaliyetler kapsamında, kişinin ideolojik faaliyetleri ve ahlaki durumunun, yabancılar ile ilgisinin, sır saklama yeteneğinin, bu faaliyetlerde bulunan yerli ve yabancı dernek, grup, kulüp, teşkilat ve benzeri teşekküllere üye olup olmadığının veya bu çeşit kuruluş mensupları ile sıkı bir ilişki içinde bulunup bulunmadığının, 5816 sayılı Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkında Kanuna ve Atatürk ilke ve inkılaplarına aykırı davranıp davranmadığının araştırılması bir görevdir. Bu görev TSK açısından Silahlı Kuvvetler İ.K.K. Güvenlik ve İşbirliği Yönergesi esaslarına göre yapılacağı da hükme bağlanmıştır. Bu bilgilerin elde edilmesinde; TSK’nın teşkilatında yer alanlar dahil istihbarat üniteleri tarafından her türlü kaynak ve vasıta ile tespit edilerek kayıt altına alınması ya da mahallinden araştırılmak suretiyle bu hususların tespit edilmiş olması yönetmelik hükmü gereğince yeterlidir. Bu tespitlerin CMK hükümleri kapsamındaki şekil şartına uyması da gerekmez. Bu araştırma sonucunda, yönetmelikte yer alan hususların olumsuz tespit edilmesi halinde, Güvenlik soruşturması yapılan kişi hakkında TSK dahil, kamu kurumlarındaki görevine son verilmesi mevzuatın gereğidir.
Ayrıca; Kanun ve diğer mevzuatta, TSK personelinin “Tarikat, cemaat, tekke, zaviye, tarikat üyeliği veya mensubiyetinin yasak olduğuna dair bir hükmün bulunması da gerek yoktur. Devrim kanunlarıyla zaten yasaklanmış bir husustur. Bu yönde ilişkisi tespit edilenlerin, TSK’den ilişiğinin kesilmesi TSK idari mevzuatının açık emridir. Mahkeme bu hususu, kişinin dinsel özgürlüğü şeklinde kendi siyasi görüşüne göre şekillendiremez. Bu hususun suç teşkil eden kısmı var ise bu husus, ceza hukukunun ve savcılığın konusudur.
– Tehdit ve cebir ile istifaya zorlandığı iddia edilen Refah Partisi; 22 Şubat 1998 tarih ve 23266 sayılı resmi gazetede yayınlanan kapatılmasına dair gerekçeli kararında yer alan savunmasında aynen şunları söylemektedir;
“Türkiye’mizde 30 Teşrinisani 1341 tarih ve 677 sayılı “Tekke ve zaviyelerle, türbelerin seddine dair kanun” la birlikte, yani 1925’ten bu tarafa 72 senedir tekke-zaviye ve türbeler kapatılmış, şeyhlik, meşayihlik, tarikat ve tarikata mensubiyet yasaklanmıştır.
Fiili ve hukuki durum bu kadar açık iken, Sayın Başsavcının “Tarikat liderlerinden” de söz etmesini; hele böyle bir mevhumeyi “davaya delil” diye ikame etmesini adalet ilkesi ve hukuk mantığı ile bağdaştırmak imkânsızdır. Hukukun genel kurallarına göre; “Tevehhüme itibar yoktur” (Gerekçeli karar sayfa 134).
Bu savunmayla Cumhuriyetin anayasal düzenini ve mevzuatının neyi yasakladığını, zamanın hükumetinde yer alan bir parti olarak açıkça ifade etmiştir.
926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50. ve 94. maddeleri Subay ve Astsubayların Kadrosuzluk, yetersizlik, disiplinsizlik veya ahlaki durum veya bentlerinde sayılan suçlardan hükümlülük nedeni ile TSK’den ayırma işlemini düzenlemiş ve bu konularda bu idari yetkiyi Genelkurmay Başkanının değerlendirmesine bırakarak ayırma işleminin Yüksek Askeri Şura tarafından yapılacağını hükme bağlamıştır.
926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50. ve 94. Maddeleri;
Çeşitli nedenlerle Silahlı Kuvvetlerden ayrılacak subaylar/astsubaylar hakkında yapılacak işlem:
Madde 50 /94 – (Değişik: 7/7/1971 – 1424/18 md.) (Değişik birinci fıkra : 28/6/2001 – 4699/7 md.) Kadrosuzluk, yetersizlik, disiplinsizlik veya ahlaki durum veya (d) bendindeki suçlardan hükümlülük nedeni ileaşağıda belirtilen esas ve şartlar dahilinde subaylar hakkında Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi yapılır.
- c)Disiplinsizlik veya ahlaki durum sebebiyle ayırma:
Disiplinsizlik veya ahlaki durumları sebebiyle Silahlı Kuvvetlerde kalmaları uygun görülmeyen subayların hizmet sürelerine bakılmaksızın haklarında T.C. Emekli Sandığı Kanunu hükümleri uygulanır.
(Değişik: 29/7/1983 – 2870/4 md.) Bu sebeplerin neler olduğu ve bunlar hakkında sicil belgelerinin nasıl ve ne zaman tanzim edileceği, nerelere gönderileceği, inceleme ve sonuçlandırma ile gerekli diğer işlemlerin nasıl ve kimler tarafından yapılacağı subay sicil yönetmeliğinde gösterilir. Bu gibi subaylardan durumlarının Yüksek Askerî Şura tarafından incelenmesi Genelkurmay Başkanlığınca gerekli görülenlerin Silahlı Kuvvetlerden ayırma işlemi, YÜKSEK ASKERİ ŞURA KARARI İLE YAPILIR.
– Subay Sicil Yönetmeliğinin 91. ve Astsubay Sicil Yönetmeliğinin 60. Maddeleri;
DİSİPLİNSİZLİK VE AHLAKİ DURUMLARI NEDENİYLE AYIRMA USULLERİ
Madde 91 / 60 Aşağıdaki sebeplerden biri ile disiplinsizlik veya ahlaki durumları gereği Silahlı Kuvvetlerde kalmaları, son rütbelerine ait bir veya birkaç belge ile anlaşılıp uygun görülmeyen astsubaylar hakkında, hizmet sürelerine bakılmaksızın emeklilik işlemi yapılır:a)Disiplin bozucu hareketlerde bulunması, ikaz veya cezalara rağmen ıslah olmaması,
b)Hizmetin gerektirdiği şekilde tavır ve hareketlerini ikazlara rağmen düzenleyememesi,
c) Aşırı derecede menfaatine, içkiye, kumara veya borçlanmaya düşkün olması,
d)Silahlı Kuvvetlerin itibarını sarsacak şekilde ahlak dışı hareketlerde bulunması,
e)Tutum ve davranışları ile yasa dışı siyasi, yıkıcı, bölücü, İRTİCAİ ve ideolojik görüşleri benimsediği, bu gibi faaliyetlerde bulunduğu veya karıştığı anlaşılanlar.
Yukarıda belirtilen kanun hükmüyle tanınan idari yetki ve takdir hakkı mahkemenin yok sayıp suç isnat edebileceği bir husus asla değildir. Bununla birlikte gerekçeli kararda ve iddianamede, TSK’den ayırma işlemlerinin, Yüksek Askeri Şura kanalıyla yapılması bir suç olarak gösterilmiş ve atılı suçla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır. Bu iddia ancak mahkemenin kastı, hukuk ve yasa tanımazlığı ile izah edilebilir. Gerekçeli karar 1723 de yer alan Gnkur. Eski Adli Müşaviri sanık Erdal Şenel savunmasında TSK’dan ayırma işlemlerinin hukuki boyutunu detaylarıyla mahkemeye açıklamıştır.
– AKP döneminde çıkartılan 16 Şubat 2013 tarihli Resmi Gazete de yayınlanan ve halen yürürlükte bulunan Silahlı Kuvvetlerden ayırmayı gerektiren ancak adli bakımdan suç teşkil etmeyen, kişinin aile ve sosyal hayatı ile kişisel tasarruflarına ait soyut değerlendirmeye son derece açık disiplinsizlik maddeleri de içeren 6413 sayılı TSK Disiplin kanunu, mahkemenin karara esas aldığı, TSK’dan atılanlara ait somut ve hukuki bir delil bulunmadığı yönündeki bu iddiasını yalanlamaktadır. Ayrıca, 1997 yılında TSK disiplin konularını düzenleyen tek bir Disiplin Kanunu da mevcut değildi. 1997 yılında TSK disiplin mevzuatı; 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu, 211 sayılı İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği, 926 sayılı TSK Personel Kanunu, 477 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkındaki Kanun, Genelkurmay Başkanlığı disiplin yönerge, direktif ve emirlerinin ilgili madde ve hükümlerinin birleşimden oluşmaktaydı.
2013 YILINDA YÜRÜRLÜĞE GİREN KANUNUN, 20. Maddesinde yer alan Silahlı Kuvvetlerden ayırma cezasını gerektiren disiplinsizliklerin bazı maddeleri aşağıda özetlenmiştir;
a) Aşırı borçlanmak ve borçlarını ödeyememek: Nafaka, trafik kazası, doğal afet, personelin öngöremeyeceği şekilde ülke genelinde yaşanan olağanüstü ekonomik dalgalanmalar, ani devalüasyonlar, sağlık ve tedavi giderleri ile kefillik ve benzeri zorunluluk halleri hariç olmak üzere, aşırı derecede borçlanmaya düşkün olmak ve bu borçlarını ödememeyi alışkanlık hâline getirmektir.
b) Ahlaki zayıflık: Görevine, sosyal ve aile yaşantısına zarar verecek derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olmak veya Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde yüz kızartıcı, utanç verici veya toplumun genel ahlak yapısına aykırı fiillerde bulunmaktır.
c) Hizmete engel davranışlarda bulunmak:Devletin ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarına zarar verecek nitelikte tutum ve davranışlarda veya ağır suç veya disiplinsizlik teşkil eden fiillerde bulunmaktır.
d) İdeolojik veya siyasi amaçlı faaliyetlere karışmak: Siyasi partilere girmek, ideolojik veya siyasi faaliyetlere karışmak, ideolojik veya siyasi amaçlarla disiplini bozucu tavır ve davranışlarda bulunmaktır.
f) Disiplinsizliği alışkanlık haline getirmek: Disiplini bozucu tavır ve davranışlarda bulunmayı alışkanlık haline getirmek veya aldığı disiplin cezalarına rağmen ıslah olmamaktır.
g) İffetsiz bir kimse ile evlenmek veya böyle bir kimse ile yaşamak: İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimse ile bilerek evlenen veya evlilik bağını devam ettirmekte veya böyle bir kimseyi yanında bulundurmakta veya karı koca gibi herhangi bir kimse ile nikahsız olarak devamlı surette yaşamakta ısrar etmektir.
ğ) Gayri tabii mukarenette bulunmak: Bir kimseyle gayri tabii mukarenette bulunmak yahut bu fiili kendisine rızasıyla yaptırmaktır.
Bu maddelerden;
- Ahlaki zayıflık Aile yaşantısına zarar verecek derecede menfaatine, içkiye, kumara düşkün olmak veya Türk Silahlı Kuvvetlerinin itibarını sarsacak şekilde yüz kızartıcı, utanç verici veya toplumun genel ahlak yapısına aykırı fiillerde bulunmak eyleminin ölçüsü ve hukuki belgesi nedir? Aile yaşantısına zarar verme eylemini açıklayan hukuki ve somut belge nasıl ve nereden elde edilebilir? Toplumun ahlak yapısının ölçüsünü kim, nasıl koymakta ve aykırı fiilleri kim nasıl tespit etmektedir? Ahlaki zayıflığın ölçüsü, somut ve hukuki belgesi nedir?
- İdeolojik veya siyasi amaçlarla disiplini bozucu tavır ve davranışlarının ölçüsü nedir? Nasıl belgelendirilmelidir?
- İffetsiz bir kimse ile yaşamak, İffetsizliği anlaşılmış olan bir kimseyi yanında bulundurmak eyleminde; Bir kimseye iffetsiz ölçüsünü nasıl ve hangi yetkiyle, kim koymaktadır? Somut ve hukuki belgesi nedir? İffetsiz bir kimseyle yaşamanın ve yanında bulundurmanın, ölçüsü, sayısı, belgesi nedir? Somut ve hukuki olarak belge nasıl elde edilir?
- Gayri tabii mukarenette bulunmak fiilinin, somut ve geçerli hukuki belgesi nasıl ve kim tarafından, hangi yetkiyle elde edilir? Somut ve hukuki bir delil olabilmesi için hangi usullerle tespit edilmelidir?
2013 YILINDA YAYINLANAN TSK DİSİPLİN KANUNUNDA TSK’DAN AYIRMAYI GEREKTİREN BU DİSİPLİNE AYKIRI İŞLEMLERİN DE BİR TESPİT KRİTERİ YOKTUR. ANCAK MAHKEME ONLARCA DOKÜMANDA TESPİT KRİTERİ BULUNAN “İRTİCAİ FAALİYETLER”İN TESPİT KRİTERİNİN OLMADIĞINI ANAYASA VE KANUN TANIMAZ BİR YAKLAŞIMLA İLERİ SÜREBİLMEKTEDİR. ANCAK;
Görüldüğü gibi, idare hukukunda, idarenin takdir hakkı üzerinde yorum ve yerindelik denetimi yapılamaz. TSK’dan somut ve hukuki delil olmadan atıldığı iddia edilen şahısların YAŞ dosyalarında (klasör 94, 95, 96, 97), TSK istihbarat ve Emniyet istihbarat üniteleri ile MİT Müsteşarlığının mevzuata uygun kayıtlı tespitleri, araştırma sonuçları yazılıdır. Bu şahıslar hakkında, dava dosyasında bulunan YAŞ dosyalarının istisnasız tamamında, bu kişilerin bir cemaat, tarikat ilişkisi ya da iltisakı, siyasi faaliyeti, siyasi ya da dini propagandası ve diğer disipline aykırı işlem ve eylemlerine ilişkin tespitlerin bulunduğu açıkça yer almaktadır.Bu tespitlerin yapılmış olması mevzuat gereğince yeterlidir. Tarikat, cemaat mensubiyetinin yasal, somut ve yazılı bir belgesi olamayacağına göre, mahkemenin böyle somut bir belgeyi, ya da tarikat kaydına ilişkin tarikat yetkilisinin imzaladığı onaylı üyelik kaydı gibi resmi bir belgeyi somut olarak istemesi anlamını taşıyan değerlendirmesi mevzuat hükümlerini yok saymaktır. Ayrıca bu tür konuların idare hukukunun görev alanı içinde kaldığını da göstermektedir.
– Mahkeme gerekçeli kararda (syf.3083); YAŞ belgelerinde yer alan onlarca mevzuata uygun ayırma gerekçesine ait esas bilgileri gizleyerek, cümleyi kısaltıp kendince özetleyip, müştekilerin gerçek dışı beyanlarını da katmak suretiyle gerekçeyi bağlamından kopartarak, yaratığı birkaç örneği, kararına dayanak oluşturmak üzere sıralayıp, atılma gerekçesinin bu örnekler olduğu izlenimini yaratmış, bu suretle delil gizleyerek yargı görevini kötüye kullanmıştır.
Gerekçeli karar syf 3083; HAKLARINDA SAKINCALI KAYDI BULUNAN VE YAŞ GÜNDEMİNE TAŞINARAK TSK’DAN ATILMASI TEKLİF EDİLEN SUBAYLARLA İLGİLİ BİLGİLERDEN ÖRNEKLER Başlıklı 1 sayfadan ibaret belge içeriğinin;
–Eşinin tesettürlü olduğu, çağdışı kıyafet giydiği ve sosyal toplantılara katılmadığı,
-Personelin sosyal toplantılara katılmadığı,
-İçki içmediği,
-Dindar bir yapıya sahip olduğu,
-Dini kurallara bağlı olduğu ve namaz kıldığı,
-Ailesinin kapalı ve dini bir yapıda olduğu,
-Hakkında dini düşüncelerinin ağır bastığı yönünde bilgiler intikal ettiği,
-Gizli olarak namaz kıldığı
-Türkiye ve Zaman Gazetelerini okuduğu,
-TGRT ve STV gibi muhafazakar bilinen kanalları seyrettiği,
-Dini konularda duyarlı olduğu,
-Dini birtakım toplantılara katıldığı yönünde duyumlar alındığı Şeklinde olduğu, anlaşılmıştır.
Şeklinde belgelere aykırı ve belgeleri gizleyen sözde değerlendirme yapılmış ve salt bu nedenle atıldıkları algısı yaratılmıştır.
Öncelikle; Daha önce açıkladığımız gibi, TSK dan ayırma işlemi yapılan şahıslarla ilgili, dava dosyasında bulunan YAŞ ayırma belgelerinin tamamında, esas ayırma gerekçesi olarak bir tarikatla yada örgütle ilişkisinin tespit edildiğine ve diğer disiplin gerekçelerine işaret edilmektedir. Örnek olarak müşteki Tansel Cavit Kulak’a ilişkin (klasör 113, sayfa 225-227); “Fethullah Gülen Grubu nurcu olduğu, örgütsel ve propaganda faaliyetlerinde bulunduğu, astları arasında ideolojik amaçlı ayrım yaptığı, amirlik ve üstlük nüfusunu kullanamadığı, Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı olduğu” tespitleri özet olarak yer almaktadır.
– Gerekçeli karar syf 3163 de yer alan 3 sayfa belge de (10.Kls. S:263-264)
“Yaş Kararı İle TSK’dan İlişiği Kesilenlerle İlgili Takip Edilecek Hususlar; gündem Başlıklı, YAŞ kararı ile TSK’dan ilişiği kesilenlerle ilgili takip edilecek hususlar konulu, 2 sayfadan oluşan belge içeriğinden bahsedilmiştir. Belge içeriği :
- b.İstihbarat raporlarında yazılan her hususun mutlaka belgesi olacak ve ayrılması teklif edilen personel hakkında kalıplaşmış aynı ifadeler kullanılmayacaktır.
- c.İstihbarat raporları hazırlanırken, Sayın Genelkurmay Başkanının 02 Ağustos 1996 kadrosuzluk direktifinde yer alan (Belge 8.sırada bulunmaktadır.)
- 1- Tarikat ve yasa dışı örgüt içinde olanlar,2-Bu tür toplantılara fiilen katılanlar,3- TSK Personeline, bu tür irticai, yıkıcı, bölücü düşüncelerin propagandasını yapanlar,
4-Bu tür yasa dışı faaliyetlerde fiilen bulunduğu tespit edilenler,
5-İkazlara rağmen ıslah olmayanlar, dikkate alınacaktır”
Şeklinde, Sicil yönetmeliği ve Genelkurmay Başkanı direktifine ilişkin YAŞ Kararı ile TSK’dan ilişiği kesileceklerle ilgili takip edilecek hususlar belirtilmiş, ancak bu hususlar içinde; TSK’dan sahte belge ve asılsız ihbarlarla personelin atılması, yapılacak askeri müdahaleyi önleyecek personelin seçilmesi, dini inançlara sahip olan personelin temizlenmesi, eşi türbanlı olanların atılacaklar listesine alınması, uydurma raporlar düzenlenmesi gibi, FETÖ zanlısı Bilgili’nin uydurup, mahkemenin de aynen iştirak ettiğine yönelik HİÇBİR MADDENİN YER ALMADIĞI GÖRÜLMEKTEDİR. Ancak mahkeme, bu belge dosyada bulunmasına rağmen, bu yönde hiçbir atıf yapmamıştır.
Gerekçeli kararda (syf.2982) Konsept belgesi ve TSK’nın hiçbir dokümanında “irticai görüşe sahip olma” veya “irticai eğilimli personel” ifadelerinin tanımlanmadığını ve bu tespitlerin nasıl yapılacağına ilişkin kriterler getirilmediğinden söz ederek, TSK personelinin TSK’dan ihraç edilmesi ve emekliye sevk edilmesi için oluşturulmuş, yasal olmayan ancak kanunsuz emirlerle yasal görünüme büründürülmeye çalışılmış bir ön kabul olduğundan söz etmektedir. (Konuyla ilgili kriterlerin onlarca dokümanda ve mevzuatta bulunduğu detaylarıyla diğer başlıklarda açıklanmıştır)
Öncelikle şu hususu açıklamakta yarar vardır; Bu ifadede geçen “KONSEPT BELGESİ” ile mahkeme, sahte CD 5 içinde yer alan sözde 6 Mayıs 1997 tarihli “Batı Harekâtı Konsepti Belgesi”ni kastetmektedir. Esas Konsept belge, mahkemenin dosyadan kaçırdığı Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB-Kırmızı Kitap)” esasları doğrultusunda Genel Kurmay Başkanlığınca hazırlanan, 1612 sayılı kanun gereğince Yüksek Askeri Şurada görüşülen, Başbakan tarafından onaylanan, “TÜRKİYE’NİN MİLLİ ASKERİ STRATEJİ KONSEPTİ (TÜMAS)”DIR. Mahkeme bu ifadesiyle, TSK dan ihraç işlemlerinin sanki BÇG tarafından yapıldığı izlenimi yaratmaya çalışmış, ancak taleplere rağmen dosyadan kaçırdığı TÜMAS dokümanından haberi olmadığını da ikrar etmiştir.
Ancak uluslararası hukuk ve AİHM, mahkemenin bu görüşüne katılmamaktadır. YAŞ kararları ile atılan personelin yaptığı başvurularda AİHM; Silahlı Kuvvetler mensupları ve askeri kurum personelinin düşünce, din ve vicdan özgürlüğü çerçevesindeki faaliyetleri konusunda sınırlama getirilebileceğini içtihat etmektedir. AİHM’ne göre, bunlar askeri yaşamın hiyerarşi yapısı ve üstlerinin emretme yetkisi sebebiyle düzenin korunması ve hizmetin yürütülmesi amacına yöneliktir. BAŞTA KALAÇ/TÜRKİYE DAVASI olmak üzere, AİHM bugüne kadar bir dizi başvuruyu reddederken ÇIKARMA İŞLEMİNİN BAŞVURUCUNUN DİNİ İNANÇ VEYA GÖRÜŞLERİNE, EŞİN BAŞÖRTÜSÜNE YAHUT DİNİ VECİBELERİNİ YERİNE GETİRMESİNDEN DEĞİL, ASKERİ DİSİPLİN VE LAİKLİK İLKESİNİ İHLAL EDEN TUTUM VE DAVRANIŞLARINDAN DOLAYI TESİS EDİLDİĞİNİ BELİRTMEKTEDİR. Bu kararlarda özetle, askerlik gibi belli ve sıkı kuralların hâkim olduğu kurumlara gönüllü olarak giren veya tercih eden kişilerin, öngörülen sınırlamaları peşinen kabul etmesi sebebiyle, din ve vicdan özgürlüğüne getirilen kısıtlamalara katlanmakla yükümlü olduğu temel görüşü hâkimdir.
AİHM, tarikat mensupları oldukları gerekçesiyle TSK dan atılan çeşitli rütbelerdeki 13 subayın başvurularını incelemeye değer bulmamıştır.(23.07.2002 Milliyet “Türk Ordusuna AİHM desteği”)
(http://www.milliyet.com.tr/2002/07/23/guncel/agun.html)
Yukarıda adı geçen bir tarikata mensup oldukları gerekçesiyle YAŞ kararlarıyla TSK dan ihraç edilen 13 TSK personelinden aşağıda yer alan kişilere davada müşteki/katılan sıfatı verilmiştir. Bu durum mahkemenin AİHM kararını dahi tanımadığını açıklamaktadır;
- (Yzb) Hasan Hüseyin Uludağ (G.K. 2297 de Müşteki, G.K.s.92 de Katılan)
- Yzb.İlhami Tan (G.K.s. 2316 da Müşteki, G.K.113 de Katılan)
- Bçvş. Hasan Basri Işık (G.K.s2595 de Müşteki)
Ayrıca, TSK’dan irticai faaliyetleri nedeniyle ihraç edilen personel hakkında açılan davalarda yargı kararları, atılma gerekçelerinin hukuka uygun olduğunu açıklamaktadır;
– Tutum ve davranışları ile yasadışı irticai bölücü görüşü benimsediği anlaşılan davacının, Astsubay Hazırlama Okulundan çıkarılması hukuka uyarlıdır (AYİM.2.D., 17.11.1993, E.1993/243, K.1993/525).
– Örgüt üyesi olup yasadışı faaliyetlerde bulunduğu tespit edilen kardeşi nedeniyle güvenlik soruşturması olumsuz sonuçlandığından astsubay sınıf okulundan çıkarılan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırı bir yön bulunmamaktadır (AYİM.2.D., 13.12.1995, E.1995/505, K.1995/1009)
– Yapılan müteaddit uyarılara rağmen türban giyen ve tesettürlü olan eşinin bu durumunu düzeltmemek suretiyle yasadışı irticai ve ideolojik görüşleri benimsediği anlaşılan davacı uzman jandarma çavuş hakkında tesis edilen disiplinsizlik nedeniyle ayırma işleminde hukuka aykırılık yoktur (AYİM.1.D,22.2.2000, E.1999/754, K.2000/205).
Sonuç olarak; Açıkladığımız belge ve mevzuat, dosyada bulunan ve mahkemenin gizlediği belge ve delillerle birlikte, “TSK’dan atılanların dini inançları ve başörtü nedeniyle atıldığı, somut ve hukuki bir delilin bulunmadığı” iddiasının gerçek dışı olduğu, iddianın aksine mahkemenin dayandığı gerekçenin hiçbir somut delile dayanmadığı, mahkemenin siyasi görüşü doğrultusunda kasıtla hüküm kurduğu, TSK PERSONELİNİN TARİKAT MENSUBU OLMASINI VE TSK HİYERARŞİSİNDEN KOPARAK YASADIŞI DİNİ/SİYASİ OLUŞUM VE OTORİTE EMRİNE GİRMESİNİ ANAYASA VE YASALARA AYKIRI OLARAK MEŞRULAŞTIRMA GAYRETİNDE OLDUĞU ANLAŞILMAKTADIR. MAHKEMENİN BU GAYRETİNİ, ANAYASA, MEVZUAT VE HUKUK NORMLARIYLA AÇIKLAMA OLANAĞI YOKTUR. TSK dan ihraç edilen tüm personel hakkında düzenlenen SADECE YAŞ KARAR SAYFASINDA DEĞİL, YAŞ DOSYALARINDA (KİŞİSEL KLASÖRLERİNDE ), TSK, MİT VE EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ SOMUT TESPİTLERİ İLE BU ŞAHISLARIN TARİKAT / YASA DIŞI ÖRGÜT ÜYELİĞİNİ KANITLAYAN HER TÜRLÜ RESMİ BELGE FAZLASIYLA BULUNMAKTADIR. ANCAK SAVCILIK VE MAHKEME, İDDİANAME VE GEREKÇELİ KARARINDA BU İLTİSAKI KARARTMIŞ/GİZLEMİŞTİR. HER BİR PERSONEL İÇİN TUTULAN YAŞ DOSYALARI/KLASÖRLERİ DAVA EK KLASÖRLERİNDE BULUNMAKTADIR. TSK dan ihraç edilen personelin YAŞ kararlarında / dosyalarında yer alan esas ihraç gerekçelerini gösteren liste “YAŞ İHRAÇ KARARLARI” başlığında yer almaktadır. Bu listede yer alan bilgiler, dava ek klasörlerinde bulunan YAŞ dosyalarından açıkça görülebilir.
C. YÜKSEK ASKERİ ŞURA KARARLARI SÖZDE DARBE İLE İSTİFA ETTİRİLDİĞİ İDDİA EDİLEN SİYASİ İRADENİN / HÜKUMETİN BAŞBAKANI VE MİLLİ SAVUNMA BAKANI TARAFINDAN OY BİRLİĞİ İLE ALINMIŞ, CUMHURBAŞKANINCA ONAYLANMIŞ SADECE İDARİ DEĞİL SİYASİ BİR KARARDIR.
Yüksek Askeri Şura, kuruluşunu ve kullandığı devlet yetkisini anayasadan almaktadır. Mahkeme, Anayasal bir kurum olan Yüksek Askeri Şuranın milli güvenlik siyaseti ve mevzuat doğrultusunda aldığı idari kararları, alınan kararların isabetini / yerindeliğini konu ederek, üstelik sivil (siyasi) üyelerini muaf tutmak suretiyle Ceza Hukuku bakından inceleme yetkisine sahip değildir. Ayrıca YAŞ kararları anayasa gereği Cumhurbaşkanı tarafından onaylanır. Cumhurbaşkanının onayı, Başbakan ve Milli Savunma Bakanının imzaları ile yani siyasi iradenin kararı ile icra edilmiştir. Bu aşamada siyasi nitelik de kazanan kararın yürütme sorumluluğu ise Milli savunma Bakanındadır.
Atılı suça konu dönemin YAŞ kararları, şura üyelerin tamamının yani siyasi iradenin / BAŞBAKAN VE MİLLİ SAVUNMA BAKANININ DA KATILDIĞI OY BİRLİĞİ İLE ALINMIŞ VE CUMHURBAŞKANINCA ONAYLANMIŞ KARARLARDIR. YAŞ kararları yine siyasi iradenin kararı ile icra hükmü haline getirilen idari ve bu yönüyle de siyasi kararlardır. Ancak mahkeme dosyada bulunan ve aşağıda sunulan Başbakan Necmettin Erbakan tarafından imzalanmış ve iddia edildiğinin aksine şerh konulmadan oy birliği ile alınmış 10 Aralık 1996 ve 26 Mayıs 1997 tarihli YAŞ kararları ile bu kararları dayanak alan 97-47065 sayılı üç imzalı yürütme kararını gerekçeli kararında gizlemiştir (Kls. 264 s. 147, 258, 524)
Sonuç Olarak, Açıklanan Mevzuat ve Deliller Kapsamında;
1. Kuruluşunu ve kullandığı devlet yetkisini anayasadan alan Yüksek Askeri Şura’nın kararları, sözde darbe ile istifa ettirildiği iddia edilen siyasi iradenin / 54. HÜKUMETİN BAŞBAKANI VE MİLLİ SAVUNMA BAKANININ DA ŞERH DÜŞMEDEN KATILDIĞI devletin milli güvenlik siyaseti doğrultusunda OY BİRLİĞİ İLE ALINMIŞ, CUMHURBAŞKANI TARAFINDAN ONAYLANMIŞ, yani siyasi iradenin kararı ile icra edilmesine karar verilmiş ve bu aşmada siyasi nitelik de kazanarak Milli Savunma Bakanı tarafından yürütülmüş kararlardır. Mahkeme alınan kararların isabetini / yerindeliğini konu ederek, üstelik sivil (siyasi) üyelerini muaf tutmak suretiyle hukuka, anayasaya ve yasalara aykırı olarak ve delil karartıp soyut kavramlarla Ceza Hukuku bakımından inceleme yetkisine sahip değildir.
2. TSK’dan disiplinsizlik nedeniyle ilişiği kesilen personelin, 94,95,96,97. Kls. de bulunan, YAŞ belgelerinde; Mahkemenin çarpıtıp gizleyerek ileri sürdüğü iddiasının aksine TSK disiplin mevzuatında yer alan, TSK’dan ayırmayı gerektiren, örgüt, cemaat, tarikat ilişkisi ya da iltisaki, siyasi faaliyeti, siyasi ya da dini propagandası ve diğer askeri disipline aykırı işlem ve eylemlerine ilişkin tespitlerin bulunduğu açıkça yer almaktadır.
3. 926 Sayılı Türk Silahlı Kuvvetleri Personel Kanununun 50. ve 94. maddeleri Subay ve Astsubayların kadrosuzluk, yetersizlik, disiplinsizlik veya ahlaki durum veya kanunda sayılan suçlardan hükümlülük nedeni ile TSK’dan ayırma işleminin, Genelkurmay Başkanının değerlendirmesi ile Yüksek Askeri Şura tarafından yapılacağını hükme bağlamıştır. Bu işlem kanun emridir. Atılı suç ya da BÇG faaliyetleriyle hiçbir ilişkisi yoktur. Bu işlem sadece atılı suça konu tarihte icra edilen bir işlem olmayıp, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten bu yana aynen uygulanmaktadır
4. TSK’dan ayırma işlemi bir idari işlemdir, mahkemenin iddia ettiği gibi ayırmayı gerektiren hususların adli işleme konu olması ve ceza hukuku bakımından suç teşkil etmesi GEREKMEMEKTEDİR. Eğer fiil ayrıca suç teşkil ediyorsa, o fiil adli makamlarca ayrıca değerlendirilir.
5. İdari bir işlem olan TSK’dan ayırmayı gerektiren işlem ve eylemlere ilişkin tespitlerin, As.C.K, TCK ve CMK hükümleri kapsamındaki şekil şartına uyması ve suç teşkil etmesi gerekmemektedir. Sayılan mevzuat gereğince, her türlü kaynak ve vasıta ile yapılacak araştırma sonucunda, söz konusu kanun, yönetmelik ve yönergede yer alan hususların olumsuz tespit edilmesi, istihbarat ünitelerinde bu konularla ilgili ilişik kaydının bulunması halinde, soruşturması yapılan kişi hakkında, yetkili makamların değerlendirmesi ile TSK dahil, kamu kurumlarındaki görevine son verilmesi mevzuatın gereğidir.
6. Mahkemenin idari işlem ve eylemlere ilişkin yerindelik denetimi yapma yetkisi yoktur. Mahkemenin çarpıtıp gizleyerek kendince özetlediği atılma gerekçelerinin yerinde olmadığına ilişkin değerlendirmesi hukuk ve yetki dışıdır. Mahkemenin yargı yetkisi somut idari işlemin suç teşkil edip etmediği ile sınırlıdır.
7. İlgili tarafların bile olağan ve olağanüstü kanun yollarını tükettikleri ve eski tabiri ile kaziye-i muhakeme, yeni tabirle kesin hüküm haline almış bu kararları sulandıran çabasının maksatlı olduğu da değerlendirilmektedir.
8. YAŞ kararı ile TSK’den atılanlarla ilgili evrakların incelenmesinde, BÇG tarafından gönderilmiş bir belge, atılmaya dair evraklarda BÇG tarafından gönderilmemiş olsa dahi, ilgi verilmesi, adının geçmesi söz konusu dahi değildir. Dolayısı ile mahkemenin BÇG tarafından TSK’den atılacak personel konusunda çalışma yapıldığı iddiası en basit tanımlaması ile dayanaksızdır.
9. Bu başlık altında yapılan açıklamaların belki de en önemlisi, TSK’den atılma ile yüklenen suç arasında fiili bir irtibatın bulunmaması ile atılmaların dayanağını teşkil eden YAŞ kararlarında dava sanıklarının neredeyse tamamının isminin bulunmamasıdır.
Katılmalarına karar verilen, bir dönem Silahlı Kuvvetlerde görev yapmış personelin ilişiklerinin kesilmesine dair idari işlemlerde dava sanıklarının bir katkısı veya imzaları bulunmamaktadır. Büyük bölümü sanıkların görev yaptığı dönem dışında silahlı kuvvetlerde görevli müştekiler hakkında idari işlemleri tesis eden kamu görevlileri bu davanın sanıkları arasında yer almaması ayrı bir tartışmanın konusu olmanın dışında, sanki cezalandırılan sanıkların tamamının YAŞ kararlarında imzaları varmış gibi bir algı yaratılması da maksatlıdır. Daha önce bahsedildiği gibi, türban konusunu malzeme yapan siyasi yaklaşımın eseri olan bu gerekçe maddi gerçeklerle de örtüşmemektedir.
Bu konuyla ilgili olarak; suçun şahsiliği ilkesi gereğince hangi sanığın bu fiili işlediği, iddianame ve gerekçeli kararda açıklanmamıştır.