MAHKEMENİN “İRTİCA TEHDİDİNİN SANAL”  OLDUĞU YÖNÜNDEKİ İDDİASI GERÇEK DIŞIDIR

Mahkeme gerekçeli kararında; İrtica tehdidinin “SANAL BİR ALGI” olduğu, soyut ve hukuki bir veriye dayalı olmayan tespitler olduğu iddiasındadır. Mahkemenin bu tespiti diğer başlıklarda atıfta bulunduğumuz mevzuat hükümleri ve resmi belgeler karşısında mevzuata aykırı ve hukuk dışıdır. Mahkemenin bu tespiti, hiçbir maddi delile ve mevzuata dayanmayan, soyut siyasi yaklaşımının bir yansımasıdır.

İrtica tehdidinin varlığı,  anayasal ve mevzuat boyutu sitemizin “LAİKLİK VE İRTİCA” kısmında detaylarıyla açıklanmakla birlikte, mahkemenin “irtica” kavramını meşrulaştırma gayretini ve hukuk dışılığını sergilemek bakımından burada  önemli hususları belirtmekte yarar görüyoruz.

 

Sayfa 2980-2981;  Mahkeme sözde Batı Harekâtı konseptinden alıntı yaparak;  “1. Durum a bendinde; Türkiye Cumhuriyeti hali-hazırda kuruluşundan bugüne kadar en büyük irticai tehdit ile karşı karşıya bulunmaktadır. Milli Görüşçüler (Refah Partisi), Radikal İslamcılar, ve tarikatlar gibi grupların müşterek amacı, şeriata dayalı İran benzeri bir ‘İslam Cumhuriyeti’ kurmak” olarak ifade edilmiş ve marjinal kriminal grupların dışında sanık Ünal Akbulut’un da soruşturma beyanında belirttiği gibi sanal irtica tehdidi algısının soyut ve hukuki bir veriye dayalı olmayan tespitlerin yapıldığı anlaşılmıştır.

Şeklindeki mahkemenin değerlendirmesinde; Batı Konsepti 1. Durum a bendinde;

“Milli Görüşçüler” ifadesinden sonra “Refah Partisi” ifadesi yoktur. Sahte olan bu belgede ikinci kez tahrifat yapılarak, mahkeme parantez içinde “REFAH PARTİSİ” İFADESİNİ EKLEMİŞTİR. ( 6 Mayıs 1997 tarihli sözde Batı Harekatı Konsepti ile ilgili ayrıntılı bilgi diğer başlıkta açıklanmıştır)

Mahkemenin bu yaptığının ceza yargılamasında bir karşılığı olduğunu değerlendirmemiz dışında, bu ilaveyi, sanki Batı Harekâtı Konsepti emrinde cebir ve tehdit ile devrildiği iddia edilen bu partinin ismi, bir takım askeri belgelerde geçiyormuş algısını yaratmak için yaptığı da açıktır.

Bu ilave bir resmi belge olan gerekçeli kararda gerçeğe aykırı beyanda bulunmak, suç isnadı gibi eylemlere de vücut verebilecektir. Tarafsız olması gereken bir mahkemeden, sanıkların aleyhine kasıtla gerçeğe aykırı algı yaratması, tabii olarak beklenmez. Ancak yaratılan siyasi atmosfer, 28 Şubat dönemindeki laiklik karşıtı eylemlerin halen günümüzde karşılığının bulunması veya bizim tespit edemediğimiz diğer başka nedenlerle bu bilinçli çarptırmanın gerçekleştiği anlaşılmaktadır.

Yargılamanın devamı aşamasında konu olacak bu saptırmayla ilgili bir açıklama istendiğinde, diğer kumpas davalarında olduğu gibi, “sehven yapılmıştır” denileceği açık olan bu ilave, bilinçli bir eylemdir.

“İrtica Tehdidi”  sitemizin diğer bölümlerinde detaylarıyla açıklandığı gibi bir iç tehdit olarak 17 Eylül 1992 tarih ve 92/3514 sayılı kararnamesiyle onaylanan Milli Güvenlik Siyaseti Belgesinde yer almış ve Kasım 1997 tarihinde güncellenen MGSB ise “İrtica tehdidi” “PKK” tehdidi ile eşit ve birinci sıraya yükseltilmiştir.

Medyada yer alan ve kamuoyunun da yakından bildiği, en önemlisi bakanlar kurulu kararı ile tespit edilmiş bir konuda mahkeme, İrtica Tehdidine “SANAL” demektedir.  Mahkeme ısrarlı taleplere rağmen delil olarak dosyaya dahil etmediği bu mutlak ve meşru Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB), TÜMAS, 406 sayılı MGK kararı, Başbakanlık ve Bakanlık direktiflerinde yer alan irtica tehdidini “SANAL” olarak değerlendiremez. Mahkemenin neyin tehdit olup olmadığını tespit yani Bakanlar Kurulu Kararı olan milli güvenlik siyasetini belirleme ya da eleştirme hak ve yetkisi de bulunmamaktadır.

Resmi belgelerin ve savunmaların aksine, mahkeme 1992 yılından bu yana meşru hükümetlerin kabul ve ilan ettiği bir tehdidi yok sayarak, bizce anayasal düzene karşı açık bir girişimde bulunmuştur. Bu değerlendirmesi ile mahkeme irticayı tehdit olmaktan çıkartıp, Anayasanın temel ilkelerine ve cumhuriyetin varlığına muhalefetle, irticai faaliyetleri meşru zeminde var olması gereken ve mücadele edilmesi gerekmeyen bir doğal yaşam biçimi olarak nitelemiştir.

Kaldı ki TSK tarafından uydurulduğu bilinçli yakıştırması ile mahkemenin sanal olarak değerlendirdiği “İrtica Tehdidi” ve bağlı değerlendirmeler, yine meşru hükümetin kararı olan MGSB de ve Başbakan imzası ve onayıyla yayınlanan Türkiye’nin Milli Askeri Stratejisi (TÜMAS) belgesinde de Milli Görüşçüler, Radikal İslamcılar ve tarikatlar gibi gruplar aynen sayılmakta, irtica tehdidine karşı alınacak önlemlere ilişkin Başbakan Necmettin Erbakan (14 Mart 1997 tarihli başbakanlık Direktifi) İçişleri Bakanı Meral Akşener (28 Mart 1997 tarihli İç İşleri Bakanlığının genelgesi) ve Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın (14.04.1997 Adalet Bakanlığı genelgesi) devletin tüm ilgili birimlerine, valiliklere ve Bakanlıklara verdiği emirlerle irtica tehdidi varlığını açıkça ortaya koymaktadır.

 Mahkemeye göre eğer “İrtica” bir tehdit değil ise, irtica ile mücadele tedbirlerini öngören bu genelgeler hangi maksatla, hangi siyasete ve yasaya dayanarak valiliklere ve diğer kurumlara gereği için yayınlanmıştır? Başbakan ve Bakanların genelgeleri irtica tehdidinin varlığını, devletin milli güvenlik siyasetinin bu tehdide karşı mücadeleyi emrettiğini açık ve somut olarak ortaya koymaktadır. Ayrıca; 406 sayılı MGK kararı da bu tehdidi ve maksadı açıklayan 18 maddenin yer aldığı, “gizli” ibareli ek belgenin Rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler başlığı ile tehdidi açıklamaktadır.  Söz konusu genelgeler sadece 406 sayılı MGK kararının bir sonucu değil, aynı zamanda ve esasen Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde ve TÜMAS’da yer alan iç tehdit unsuru olan “irtica ile mücadele” siyasetinin ve siyasi iradenin emrettiği mutlak bir sonuçtur.

Ayrıca; sürekli sözü edilen “iç tehdit” kavramı, “dış tehdit” kavramından bıçak gibi ayrılamaz. İç tehdit ve dış tehdit birbiri ile yakından ilişkili ve içi içe olan karmaşık bir yapıdadır. İç tehdit unsurları, dış tehdit unsurlarından ayrılarak bağımsız olarak mücadele de edilemez. Her dış tehdit unsuru kendi içinde birden çok iç tehdit unsurunu da barındırır. Dolayısıyla;  dış tehditle ilgili faaliyet yürütürken, iç tehdit unsurlarını da göz önünde tutmak, plan ve mücadelesini bu yönde oluşturmak zorundadır. Bu nedenle iç tehditle mücadele aynı zamanda dış tehditle de mücadele anlamını da taşımaktadır.

TSK İç Hizmet Yönetmeliğinin  Madde 664/4. (c) ; de  (Değişik:RG – 14/02/1999 – 23611) “Emekli üyeler ile bunların aile fertlerinden birisinin, irticai, bölücü, yıkıcı faaliyetler içerisinde yer aldığının ya da Türk Silahlı Kuvvetleri aleyhinde beyanda veya faaliyette bulunduğunun tespit edilmesi halinde, bu kimselerin, orduevleri, askerî gazinolar ve diğer askerî sosyal tesislere girişleri, Genelkurmay Başkanlığınca geçici veya sürekli olarak yasaklanabilir.” Demektedir.

Yani SİYASİ İRADE  “İRTİCA TEHDİDİ”Nİ BÖLÜCÜ YIKICI FAALİYETLER YANINDA AYNEN VE AYNI NİTELİKTE SAYARAK DEVLET SİYASETİNİ MEVZUATA YANSITMIŞTIR.

Davamızla doğrudan ilgili olmasa da mevzuatın bu hükmünde de, irticanın bir tehdit olduğu, buna bulaşan personelin sosyal tesislere alınmasının, emekli de olsa yasaklanacağı öngörülmektedir. Bu gün de geçerli olan bu mevzuat hükmüne göre irticai tehdit sanal değil, somut ve mevzuatta yerini bulmuş olan bir tehdit olarak ortadadır.

Ankara 5. Ağır ceza mahkemesi naip hâkimleri tarafından hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti 54. Hükümeti’nin 13 Mart 1997 tarihli Bakanlar Kurulu Toplantı Tutanağında (G.K. syf.2885-2588) Dış İşleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller’in aşağıda yazılı ifadeleri aynen kullanarak “irticanın” bir tehdit olduğunu açıkladığı yer almaktadır;

hükümetin irticayı önlemek için kesinlikle kararlı ve inançlı olduğunu,, “Bakanlar Kurulu’nun ve bütün üyelerinin irtica ve gericilik ile mücadelede kesinlikle kararlı olduğunu, (….) gerekenlerin yapılacağı talimatını vermişlerdir.(syf 2888)

Mahkemenin “sanal” olduğunu iddia ettiği İrtica tehdidinin takibi, izlenmesi ve alınacak tedbirlerin belirlenmesi için; 54. hükümet döneminde kurulan “Sürekli İzleme Merkezi”, 56. hükümet döneminde kurulan “Başbakanlık Uygulamayı Takip Kurulu” ve 57. hükümet döneminde kurulan “Başbakanlık Uygulamayı Takip ve Koordinasyon Kurulu” kurulmuştur.

Başbakan Bülent Ecevit’in 15 Ocak 1999 tarihli Bakanlar Kurulu kararını dayanarak yayınladığı, Devlet Kurumlarına ve Genel Kurmay Başkanlığına da “GEREĞİ” olarak dağıtımı yapılan 02.1999 tarihli Başbakanlık Genelgesinin Türkiye Cumhuriyetinin temel niteliklerine karşı yürütülen rejim aleyhtarı irticai, yıkıcı ve bölücü faaliyetlerin Devletimiz Açısında açık bir tehlike olduğu bilinmektedir şeklindeki ilk paragrafı mahkemenin iddiasının ne denli dayanaksız, resmi kayıtlara aykırı ve gerçek dışı olduğunu açıklamaktadır. Bu genelge ile irtica tehdidi ile mücadelenin TSK için açık bir görev ve sorumluluk olduğu da hiçbir şüpheye vermeyecek şekilde ortaya konulmaktadır. 248. Klasör sayfa 567-568 de bulunan Başbakanlık Genelgesi aşağıdadır:

Kaldı ki Refah Partisinin kapatma davasına ait Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararının 191’nci sayfasında yer alan gerekçe bu mücadelenin o dönemde zorunlu olduğunu açıklamaktadır. Gerekçe aynen şu şekildedir;   “Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı şekilde «irtica» tehlikesiyle karşı karşıyadır.“ 

Anayasa mahkemesinin bu kararına ait gerekçe anayasamız gereği tüm kişi ve kuruluşları ile yargı makamlarını da bağlar. Yürütmenin/ siyasi iradenin ve anayasal bir kurumun anayasal yetki ile tehdit olarak saydığı bir unsuru,  yargı organları kendi kararlarıyla yok sayamaz, ilga edemez, bu yöndeki açık delilleri gizleyip karartamaz.